Yeni sayfanın ilk konuk yazarını alıyoruz. Targetstriker’in kurucusu Peralta, tuttuğu takım Fenerbahçe’nin son altı yılını yazıyor. Beğenilerinizi ve eleştirilerinizi ona yollayın…
3 Haziran 2018 günü Fenerbahçe için tarihi bir kongreye sahne oldu. 1998 Şubat’ında, Vefa Küçük’e karşı 1 oy farkla koltuğu selefi Ali Şen’den devralan Aziz Yıldırım tam 20 yıl boyunca yönetti kulübü. Seveni de çok oldu nefret edeni de… Yeri geldi tribün gruplarıyla kavga etti, yeri geldi şampiyon olan hocayı kovdu. Kazandırdığı sayısız tesis, Fenerium, kapalı salon, Topuk Yaylası ile birlikte bugün artık rakiplerinin gerisinde kalmış olan stat, Bilgin Gökberk’in 2000’li yılların başında dediği gibi, kadrosunda sayısız yıldız barındıran Fenerbahçe’nin en büyük yıldızıydı.
Aziz Yıldırım dönemini dörde ayırabiliriz diye düşünüyorum: Arayış dönemi, dominasyon dönemi, 3 Temmuz türbülansı, 2014 ve sonrasındaki mutlak başarısızlık dönemi. Aşağıda biraz dağınıkça bahsedeceğim bu bölümlerde atladığım kısımlar olacak, %100 kronolojik bir sıra ile anlatmak gibi bir kaygı gütmediğimi de belirteyim. Hatırlamadığımdan, es geçtiğimden ya da tarihleri karıştırdığımdan değil bu durum. Vurgulamak istediğim şeylerin farklılığından desek daha doğru olur. Ana amacım hafıza tazelemek, bu 20 yılı Aziz Yıldırım’ın yönetim biçimlerine göre sınıflandırmak ve tanımlamak. Daha sonra da Ali Koç döneminden bahsetmek ve bu iki adayın 2018’in rövanşına çıkacakları Haziran kongresiyle bitirmek istiyorum.
1998-2003 arayış dönemi… Doğru hoca, doğru yapılanma arayışı, çok yüksek bir çıta... Bir türlü imza attırılamayan Ancelotti’den, Stuttgart ile DFB Pokal şampiyonu ve o dönemki adı ile Kupa Galipleri Kupası finalisti Löw’e, öncelikli tercih yabancı hoca, hedef ise Avrupa şampiyonluğuydu. Bugünden bakınca ve Ali Koç’un ilk 2-3 senesi ile kıyaslayınca aradaki vizyon farkı göze çarpıyor. Ancak ezeli rakibin ligde kurduğu hegemonya ve üstüne elde ettiği Avrupa başarıları uzun vadeli planlama arzusunu yok edecek kadar kuvvetliydi. Fenerbahçe’de de kendi Fatih Terim’ini yaratma eğilimi, önce Rıdvan Dilmen’e daha sonra ise aslı dururken suretini aramayalım düsturu ile meşhur Arsenal finalinden önce Fatih Terim’e götürdü Aziz Yıldırım’ı. Rakip efsaneden nazikçe gelen ‘ret’ yanıtı, başkanı Mustafa Denizli’ye yöneltti ve sezon sonunda Fenerbahçe başkanı iken ilk şampiyonluğunu yaşadı.
Ertesi yıl yine bir Galatasaray efsanesi Brian Birch’e atıfta bulunularak, disiplinsiz bulunan Denizli yerine ilk antrenmanda futbolcuların berelerini çıkarttıran çok disiplinli Alman Werner Lorant getirildi. Bugün adaylıktan Ali Koç lehine çekilen Sadettin Saran o yıllarda Fenerbahçe’de futbol şube sorumlusuydu. Başta Lorant olmak üzere çok tartışılan Rebrov ve Beschastnyk transferleri ile hatırlıyoruz yöneticilik performansını.
Aziz Yıldırım’ın arayış dönemi 6.yılında daha önce iki defa Beşiktaş’ı çalıştırmış Christoph Daum’un gelişiyle ve ilk senesinde Ümit Milli Takım’ın çekirdek kadrosuna yapılan Van Hooijdonk eklemesi sonrası gelen şampiyonlukla son buldu. Bu tarihten 3 Temmuz 2011’e kadar olan dönemi dominasyon olarak adlandırıyorum. Sekiz sezonun altısında 34.haftaya lider giren, dördünde şampiyon olan, ikisinde ise şampiyonluğu son haftada kaybeden, derbileri içeride dışarıda hemen hemen süpüren, 2007-2008 sezonunda rakibine kaptırdığı şampiyonluğa rağmen Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde Chelsea’ye elenen, bu sekiz yıl boyunca Alex’in tüm istatistikleri alt üst ettiği Fenerbahçe. Futbol şubesindeki dominasyon diğer branşlarda katlanarak devam etti.
Bu dominasyonu bitiren 3 Temmuz türbülansı oldu ancak kamuoyunda yaygın biçimde iddia edilenin ve bugün bile her başarısızlıkta dillendirilmesinin aksine bu durum bence en azından maddi olarak bir yıl sürdü. Her ne kadar 2013 yazında gelen ekstra cezalar sonrası kulüp iki yıl daha Avrupa’dan men cezası aldıysa da bilhassa 2012, 2013 ve 2015 yaz transfer dönemlerinde yapılan transferlerden, hiç değilse maddi olarak kulübün hızlı toparlandığı sonucunu çıkarabiliriz diye düşünüyorum. 2012 yazında Raul Meireles, Mehmet Topal (Valencia’da oynuyordu o yıllarda), Dirk Kuyt, Milos Krasic, ara transferde ise Pierre Webo ve sezon başında Atletico Madrid’e giden Emre Belözoğlu; 2013 yazında Bruno Alves, Alper Potuk, Emmanuel Emenike, 2015 yazında ise başta Luis Nani, Robin Van Persie ve Simon Kjaer olmak üzere onlarca maliyetli transfer yaptı Fenerbahçe.
Fakat bahsettiğim cezalardan dolayı bu türbülans dönemini son şampiyonluğun kazanıldığı 2014’e rağmen 2015 yazına kadar uzatmak sanırım daha hakkaniyetli olacak çünkü 2013’te gelen yarı finalden sonra 2 sene daha uzak kaldı kulüp Avrupa kupalarından. 2015 yılındaki otobüs kurşunlanma hadisesi ve faillerin bulunamaması da “Bakın 3 Temmuz yaşıyor, Fenerbahçe düşmanları tetikte” algısını besleyip büyüttü.
3 Temmuz sonrası transfer edilen isimlerle gelen 2014 şampiyonluğu Fenerbahçe’nin en erken şampiyonluğu olurken kadrosunda Drogba, Sneijder, Muslera, Melo gibi yabancıları, Hamit, Burak, Selçuk gibi yerlileri ve Mancini gibi bir hocası olan Galatasaray’a karşı alındı ve takip eden sezon başında şampiyon olan hoca Ersun Yanal’ın gönderilmesi ile artık Aziz Yıldırım döneminin 4.evresi olan mutlak başarısızlık dönemine geçildi. Önce 4.yıldız yarışını geride bitirdi Fenerbahçe. Ardından “Feda” sonrası Bilic ve nihayetinde Şenol Güneş ile ligde iki sene üst üste şampiyon olan Beşiktaş’a geçildi.
“Mutlak başarısızlık” derken buradaki dört senenin, geçtiğimiz altı yıldaki başarısızlıklar ve skandallarla kıyaslanması güç tabii ki. Aziz Yıldırım 20 yıllık başkanlığının biteceği kongre öncesindeki son senesinde kulüp efsanesi Aykut Kocaman’a ikinci şansını verdi. Tribünlerin kulüp yönetimine karşı aldığı açık tavrın futbol takımına da sirayet ettiği ve sezon ortasında Ali Koç’un Haziran ayındaki kongrede aday olacağının kesinleştiği senede Fenerbahçe şampiyonluğu bu kez ezeli rakibi Galatasaray’a kaybetti. Aynı yılda Okan Buruk’un Akhisar’ına karşı alınan ligdeki iki yenilgi şampiyonluğa mal olurken kupa finalinin de aynı Akhisar’a kaybedilmesi ile 2018 kongresine Aziz Yıldırım adına tamamen negatif bir atmosfer altında girildi.
2018 Kongresi ve Ali Koç dönemi
Fenerbahçe, biz Fenerbahçeliler için ülkenin en büyüğü. Başarısı da başarısızlığı da en çok gündem olan, en çok reyting getiren, en çok nefret edilen, Anadolu’da bile tribünlerde ayağa kalkmayan Fenerli olsun tezahüratları yapılan takım. Dolayısıyla biz Fenerbahçelilerin yaygın tezi rakibimizle aynı ligi oynamadığımız ve rakiplerin bize karşı oynarken daha fazla motive olduğu yönündedir genelde. Bu durum bize göre Fenerbahçe’nin büyüklüğünden ileri gelir. Bugünkü gibi ağlayıp sızlanacak bir şey değil, aksine övünülecek bir şeydir. Bu sene özelinde, sezonun genelinde Galatasaray’ın sürekli kaybetmesini isteyen Beşiktaşlı bir arkadaşım, “İş finale kaldığı takdirde yine Fenerbahçe’nin kaybetmesini isterim çünkü gündemi daha fazla meşgul ediyor” demişti. Genele vuramayız elbette, ama Fenerbahçe hep yarışmalı ama mümkünse hep ikinci olmalı rakipler için. Sanırım Fenerbahçeli olmayanlar açısından rüya senaryo bu olsa gerek. Sağolsun Fenerbahçemiz de 1959’dan beri oynanan ligde elde ettiği 24 ikincilikle (bu sene bir mucize yaşanmazsa 25. olacak. Ezeli rakip Galatasaray’da bu sayı yalnızca 7) bunu doğruluyor.
2018 yazında da, üç hafta sonrasında ülkede rejim değişikliğini tasdikleyecek bir seçim yapılacak ve adaylar her gün ülkenin çeşitli illerinde mitingler yapıyorlarken, ülke gündemi iki günlüğüne Fenerbahçe’deki başkanlık seçimi oldu. Çoğu televizyon kanalı adayların konuşmalarını canlı yayınladı.
Burada bir parantez açmak istiyorum.
Ali Koç’un 2006’da kaçan şampiyonluktan sonra yapılan kongrede asbaşkan olarak kulüp yönetimine girdikten sonra çizdiği profil genel olarak pasifti. Çok fazla demeç vermiyordu. Bu durum 2007 yılında ılık bir Nisan akşamında, 1-0 biten maçın rövanşında, Tümer ve Nobre’nin karşılıklı golleri ile 1-1 biten, maç içinde verdiği kararlarla Selçuk Dereli’nin tepki topladığı, Beşiktaş ile oynanan Türkiye Kupası yarı finalinden sonra değişti. Ali Koç öfkeden kızarmış suratıyla, “hırsızlar şerefsizler hakkımızı çaldılar” dedi. Bu kontrolsüz öfke Ali Koç’un yöneticilik kariyerinde hatırladığım ilk ve en çarpıcı detaydı. Aziz Yıldırım’ın cezaevinde olduğu dönemde ise çeşitli basın toplantılarında bizzat konuşsa da camia için Aykut Kocaman’dı doğal lider.
Parantezi kapatıp kongre akşamına geri dönüyorum.
Ali Koç’un başkan olmasını istiyorduk. Gençti, vizyonerdi, yakışıklıydı, zengindi, hiçbirini ağzından etraflıca duymadığımız ama var olduğuna iman ettiğimiz projeleri vardı. Aziz Yıldırım “boomer”dı, şekeri yükselince transfer yapardı, eski kafalıydı ve vizyonu sınırlıydı. Ali Koç öyle mi? 100 tane oyuncu izlemişlerdi, ekibi hazırdı, sportif direktör gelecekti, Barcelona ve Juventus ile iyi ilişkileri vardı, bu takımlarda ilk 11’de forma şansı bulamayan oyuncular Fenerbahçe’de kiralık olarak forma giyecekti, ezcümle her şey çok güzel olacaktı.
Adayların birbirlerine yönelttikleri suçlamaların ama en çok da Ali Koç’un Aziz Yıldırım’a sataşmalarının akılda kaldığı kırıcı kongre sürecinde, (pantolon düzeltme, topunuz gelin, zaten ben bu noktaya gelinmesini uzun zamandır bekliyordum, çok kolay yalan söylüyorsunuz) bence Fenerbahçe tarihinde bir daha oluşması mümkün olmayacak çok yüksek bir farkla Ali Koç başkan seçildi.
Ben çok mutlu olmuş, kulübe dair umutlarım yeniden yeşermişti. Bugün inanması güç gelse de o gün rakip takım taraftarlarının bile yarı endişeli yarı imrenerek baktığı bir başkanı olmuştu Fenerbahçe’nin. Zaten biz yıllardır potansiyelimizin altında kaldığımızı düşünüyorduk. İyi işte; bu potansiyeli Ali Koç açığa çıkaracaktı. Biz sadece uzaktan izleyip keyfini sürmeliydik, Ersun Yanal da kimdi? Biz zaten başkanın vizyonunu hiç anlayamamıştık.
Ali Koç dönemi daha kısa olduğu için dönem dönem ayırmaya gerek yok. “Bastığı yerde ot bitmeme dönemi” gibi bir isim vulgar olabilir ama hakkını verir. Burada da yine kronolojik kaygılar gütmediğimi belirtmek isterim. 3 Haziran akşamına dönüyorum…
Koç Holding’in varisinin “aaaa Rambo” diye el sallayıp mutlu olması, yıllar sonra Ali Koç dönemini yorumlarken balık baştan kokar atasözünü aklıma getirdi hep. Bizi başarıdan başarıya koşturacak beyaz atlı prensimizin, ergen bir taraftar gibi “aaaa Rambo” demesini yadırgayıp gülmüştük. Ama önemli değildi, ne de olsa Aziz Yıldırım gitmişti. Her şey düzelecekti. Kalamış’tan güneş doğacaktı.
Artık her şey şeffaf olacaktı, Ali Koç her hafta camiaya sesleniş konuşması yapacaktı, mali durum hakkında bilgiler verecekti. Elimizde kağıt kalem izledik, 621 milyon euro borç bırakmış Aziz Yıldırım, “hmmm çokmuş” dedik. Feda demeye hazırdık, şampiyon olmak önemli değildi. Aykut Kocaman mı? Hemen gitmeliydi, Aziz Yıldırım’ı hatırlatıyordu ve Alex ile yaşadıkları camiayı bölmüştü. Bizim ise bölünmüşlüğe değil birliğe ihtiyacımız vardı.
Önce Samandıra’nın anahtarları ve transfer politikası, kulüpten ayrıldıktan sonra sadece Fenerbahçe’de yaşadıklarını anlatmak için Twitter hesabı açan Damien Comolli’ye teslim edildi. İşte böyle olmalıydı, modern kulüpler böyle yönetilirdi. Sportif direktörlük çok önemliydi, iş ehline verilmeliydi. PSV Eindhoven’ı 3 sene üst üste şampiyon yapan ve “Umarım başkanlığım boyunca çalıştığım ilk ve son hoca olur” dediği Phillip Cocu’nun gözündeki ferin sönmesi yalnızca iki ay sürdü. Halıya sarılıp cenaze namazı kılındı. Bir önceki yılın omurgası olan Josef, Giuliano, Fernandao satılmış, kaptan Volkan Demirel gözden düşmüştü. Ama önemli değildi. Dağıtılan kadronun ve alınacak kötü sonuçların sebebi bunlar olamazdı zaten, veri hırsızlığı olabilirdi belki. Bak ne güzel Altınordu’dan Barış Alıcı ve Berke Özer gelmişti. Benfica ön elemesi mi? Fernandao satıldığı için forvette Alper Potuk’la çıkıldı ve elenildi ama önemli olan Aziz Yıldırım’ın gitmesiydi ve o gitmişti işte. Bendeniz’den Müjdeler Ver şarkısını dinlemeye devam etmeliydik.
Arka arkaya gelen kötü sonuçlarla, kulübün en azından benim yakından şahit olduğum son 30 yıllık tarihinde karşılaşmadığı bir durumla karşı karşıya kaldı Fenerbahçe ve küme düşme tehlikesi!
Cocu son derece yakışıksız bir şekilde gönderildi, Erwin Koeman kaldı, onunla çıkılan olaylı Galatasaray derbisinde deplasmanda 2-0’dan geri dönülüp 2-2’ye gelinince kredi kazandı Koeman. Kayıplar devam etti, oyuncular kaybedilen bir Akhisar maçından sonra otobüsle İstanbul’a döndüler. Bütün bunlar olurken sene başında Rize deplasmanında taraftarın arasına karıştı beyaz atlı prensimiz, Beşiktaş maçında tribünlere sitem ederek “Hani sabredecektiniz” dedi. Ligin 19.haftasındaki Yeni Malatyaspor maçı kazanılınca çıktığımız yoldan bizi kimse döndüremez diyerek yargı dağıttı.
Siz benim vizyonumu hiç anlamamışsınız ile Ersun Yanal’ın gelişi arasında sekiz ay var. Beş transfer birden yaptı Fenerbahçe. Serdar Aziz ve Sadık Çiftpınar ikilisi çoktan Puyol ve Pique olmuştu işte. Soldado, Sivasspor maçında golü yedikten bir dakika sonra beraberlik golünü atmamış olsaydı heralde bugün başka şeyler konuşuyor olurduk. Her neyse ilk senenin günahı olmazdı. Hem Aziz Yıldırım yüzünden ne kadar borç kalmıştı sizin haberiniz var mıydı? Bu kötü kadro derbilerde Kadıköy’de yine maç kaybetmedi, üstelik üç maçta da geriye düşmesine rağmen beraberliğe getirdi bu maçları daha ne istiyorduk?
Ertesi yıla Ersun Yanal devam etti. Luis Gustavo geldi, Kolarov gelemedi, sol bek Dirar stoper Jailson kalede Altay Bayındır ile Ocak ayında kazanılan Başakşehir maçından sonra bir anda ligin favorisi durumuna gelmişti Fenerbahçe. Pandemiye kadar geçen 5-6 haftalık süre içerisinde Ali Koç, takip eden yıllarda huy haline getireceği ve sürekli olarak tekrar edeceği şeyi yaptı ve takımın konsantrasyonunu saha içinden dışına taşıdı. Elazığ depremi nedeniyle ertelenen Yeni Malatyaspor-Trabzonspor maçı için topa girdi Fenerbahçe yönetimi önce. Daha sonra Trabzonspor maçında Kruse’nin nizami olduğu düşünülen golü iptal edildi, Alanyaspor maçında penaltı olduğu düşünülen pozisyonlarda penaltı çalınmadı ve isyan bayrağını açtı Fenerbahçe. Ligdeki beş puanlık bu sallantı haftalarca sürdü. Sezon finali, evinde 20 yıldır yenilmediği ezeli rakibine yenildiği 23 Şubat 2020’ydi. Bu mağlubiyet bir devrin sonuydu, olmaz dediğimiz olmuştu. Ali Koç maç sonunda tribünlerden taraftarların arasına atladı, Ersun Yanal’ın görevine derbiden sonra son verildi (hemen sonra değil).
Dönemlere ayıramayız dedik ama Ali Koç’un meşhur hiç bitmeyen kararsızlık dönemi ya da kararsızlık psikozu o sene başladı. Yeni hoca bir türlü seçilemezken Zeki Murat Göle’yi artık herkes tanıyordu. Yalçın Koşukavak ismi gündeme geldi, Tahir Karapınar ile geçici olarak anlaşıldı. Tam dört ayı hocasız geçirdi Fenerbahçe. Bu kadar uzun bir hocasızlık dönemi heralde en son 1.Dünya Savaşı zamanında olmuştur diyorum ve “alo ben Emre abin“ sezonuna geçmek istiyorum.
Fenerbahçe işi çok sıkı tutmalıydı artık. Parola mutlak şampiyonluktu ve transfer üstüne transfer yapıldı. Teknik direktörlük koltuğu Erol Bulut’a teslim edilirken Ali Koç’un çok inandığı sportif direktörlük koltuğunda bu kez 2019 yazında kulübe geri dönen, bugünlerde pek sevilmeyen ancak futbol oynadığı dönemde kaptanlığa kadar yükselmiş Emre Belözoğlu oturuyordu. 2016 yılında artık batacağı anlaşılan gemiden atlayıp istim üzerindeki Beşiktaş’a geçen Caner ve Gökhan da geri dönmüşlerdi. Uzunca bir süre tatsız futbola rağmen toplanan puanlarla lig yarışından hiç kopulmadı ancak Erol Bulut’a olan güven henüz Kasım ayında Kadıköy’de uzatmalarla birlikte 40 dakika 10 kişi oynayan rakibi Beşiktaş’a 15 yıl öncenin skoru olan 3-4 yenilmesi ile çoktan bitmişti. Dolayısıyla transfere de o karar veremezdi. Bir eksik varsa Ali Koç düşünürdü bunu ve en iyisini hayal edip yapardı. Burası Fenerbahçe’ydi, öyle Bakasetas falan gelemezdi. Mesut Özil ve İrfan Can Kahveci transfer edilmeliydi, edildi. Bununla birlikte Kadıköy’de, kazandığı takdirde büyük avantaj yakalayacağı bir Galatasaray derbisini daha kaybetti Fenerbahçe. Artık Erol Bulut’un ne zaman gönderileceği konuşuluyordu sadece. Berabere biten bir Beşiktaş maçından sonra hocanın görevine son verildi. Ali Koç ile, Cocu ve Ersun Yanal’dan sonra bir teknik direktör daha bir yılını dolduramamıştı.
Emre Belözoğlu takım elbisesini çıkarıp sahaya indi. Ligin sondan bir önceki haftasında Sivasspor’u ağırlayan Fenerbahçe, lider Beşiktaş’ın kendi sahasında Karagümrük’e yenilmesiyle inanılmaz bir fırsat geçirdi eline ancak bu fırsatı değerlendiremedi. O sene saha dışına yine elbette çıktık, küme düşen Gençlerbirliği’ne Kadıköy’de 1-2 yenildikten sonra Selahattin Baki’nin “Futbol sadece futbol değildir” ve “FETÖ futboldan temizlenmemiştir” beyanları ile VAR hakemini kastetmesi ve yayıncı kuruluşun bol bol protesto edilmesi, tişörtler bastırılması falan... Adil ve tarafsız yayıncılık istiyorduk; ne yani?
Kararsızlık dönemi 2021 yazına da damga vurdu. Rakipsiz girdiği kongrede tekrar seçilen başkan, konu teknik direktör seçimine gelince kuruyemiş yerken “Yılmaz Vural iyi bir Fenerbahçelidir” diyordu. Haftalarca aranan hoca dört sayfalık Vitor Pereira bildirimi ile sona erdi. Sezona iyi başladı Fenerbahçe, Muhammed Gümüşkaya falan… Puma forma, hocanın üçlü denemeleri. Aslında her şey yolunda gidiyordu. Üç yıl aranın ardından bir teknik direktör özgürce hareket ediyordu sanki, bunu hissetmiştim. Çok memnundum Vitor Pereira’dan, zaten Monaco’ya elendiği için kovulması haksızlıktı. Ferdi ve Osayi’yi de kenarlarda ilk kullanan hoca kendisiydi, tıpkı Arda Güler’e ilk şansı verenin kendisi olması gibi. Bütün bunlar yeterli olmadı hocanın kalması için.
Bu lige başlarken İstanbul dışında hangi deplasmana 0 puan yazmak lazım dersek akla ilk Trabzon gelirdi heralde, anormal olmayan oldu, 0 puanla döndük ordan. Sonrasında havalimanında yaşananların, o kalabalığın ve atmosferin ve kulüp başkanının eline megafon alıp konuşmasının ve teknik direktörün istemediği her halinden belli olmasına rağmen zorla megafonla konuşturulmasının Fenerbahçe’de o dönemde forma giyen yabancı futbolcular için ne kadar dehşet verici olduğunu geçen hafta verdiği bir röportajda Marcel Tisserand anlattı. Huy edinilen tekrar edildi, sahadan yine saha dışına çekildi Fenerbahçe. Kötü sonuçlar patır patır gelmeye başladı. Hocayı deplasmanda kazandığı Galatasaray derbisi bile tutamadı kulüpte. 4.yılda da gelenek bozulmadı ve bir hoca daha Ali Koç ile sezonu bitiremeden kulüpten ayrıldı. Bir önceki yıl olduğu gibi yine bir Beşiktaş beraberliği sonrasında.
Yeni hoca tartışmasız kariyerli bir yabancı olmalıydı ama malum, onlar kurmadıkları takımlara hele de sezon ortasında gelmezlerdi. Ama İsmail Kartal gelirdi, evlattı, Arap İsmail’di o, bizden biriydi. Vitor Pereira’nın zararını keşfetmekte zorlanmadığı Mesut virüsünü hemen fark etti, ilk iş olarak Mesut Özil’in bir yıl önce başlayan ve şarkılara konu olan Fenerbahçe kariyerini onu kadro dışı bırakarak bitirdi. Hoca sezonun geri kalanında kadro istikrarı, Zajc-Crespo, küçük olsun benim olsun derken Ocak ayında şampiyonu belli olan, ezeli rakibin 13. bitirdiği seneyi kafası rahat biçimde başarıyla oynadı ve seneyi 2. sırada bitirdi. Karar almakta zorlanan başkana yapılacak en büyük kötülüktü bu. İsmail Kartal ile mi devam edilmeliydi yoksa 6 ay önce sözü edilen kariyerli yabancı mı gelmeliydi?
İkincisi oldu ve Fenerbahçe Jorge Jesus ile anlaştı. Yine her sene olduğu gibi 10 adam gitti, 10 adam geldi. Jesus, Koç döneminde Fenerbahçe’ye gelen en iyi hocadır, yaşattığı derbi kabusuna rağmen bu fikrim değişmeyecek. Ama ne de olsa elin Portekizlisi idi o ve çok da şey edilmemeliydi. Bir senelik kontrat ve Katar’daki dünya kupası hocanın ayarlarını bozdu ve gazını kaçırdı. Brezilya Milli Takımı mı yoksa Suudi Arabistan mı? Havalar çok soğuktu, alışamamıştı, Brezilya’yı özlüyordu. Burada mutlu değildi. Bir Adana deplasmanında takımın doğranması, yine saha dışına çekti Ali Koç’u. Yönetim kurulu kapalı kapılar ardında ligden çekilelim kararını kongreye taşımayı oyladı, rivayet odur ki çoğunluk ligden çekilmeme yönünde görüş bildirirken Ali Koç çoktan gemileri yakmıştı. Sezon, üç senedir ortalıklarda gözükmeyen Galatasaray’ın şampiyonluğu ile bitti ve ezeli rakibimiz kutlamayı kalp kırıcı bir derbi galibiyeti ile yaptı.
Bu sene hafıza tazelemeye gerek olduğunu sanmıyorum, hepimiz buradaydık işte. “Çocuklar sahaya çıkın ve hareketsiz durun” demeyi bile akıl edemeyen bir akıl tarafından yönetiliyor Fenerbahçe ve 52.saniyede golü yiyor yöneticilerinin yöneticiliklerini yakmamak için kulübün gençlerini yakmayı uygun gördüğü kupa finalinde. Sahaya hiç çıkılmasa tabi pabuç pahalıydı. Bu arada doğru yöntem bu olduğu için demiyorum bunu, Fenerbahçe as kadrosuyla bu finali oynamalı, kazanmalı ve bu galibiyetin lige de olumlu yansıması üzerinden kalan 8 haftayı kurgulamalıydı. Böyle yapılmadı, bunun yerine ezeli rakibe bedavadan kupa hediye edildi. Fenerbahçe tarihinde gördüğümüz ve herkesin istisnasız “hakkım helaldir” dediği en karakterli futbolcu grubunu sahadan çekti Ali Koç. Ne amaçlanmıştı, bu amaç uğruna ne gibi bir aksiyon alındı, ve hangi netice elde edildi? Halen en son düzenlediği basın toplantısında Türkiye Kupası’na katılmamaktan bahsediyor Ali Koç. Kime ders vermiş oluyoruz, neyi protesto etmiş oluyoruz ve bu protesto sonucunda elimize tam olarak ne geçmiş oluyor ve başkanın bütün tezlerini doğru kabul ettiğimiz takdirde bile şikayet ettiğimiz hangi durum düzelmiş oluyor günün sonunda?
Nisan ayı bu sorularla, çok yazık bir Olympiakos elemesi ve şampiyonluğu artık imkansıza yakın hale getiren puan kayıplarıyla geçti. Ve bu sene de tıpkı geçen seneki gibi bitmek üzere. Kutlama partisi derbi maçı ile olur ve kalp kırıcı bir mağlubiyet gelirse taş taş üstünde kalmayacaktır kulüpte. Acun Ilıcalı ya da çok kuvvetli yönetim kadrosu da bir işe yaramaz. Fenerbahçe’nin alacağı bir mağlubiyet hele hele farklı bir mağlubiyet kongrenin sonucuna direkt olarak etki edecektir. Galibiyet de pozitif etki edecektir elbette, galip gelinmesi durumunda Ali Koç’un şansı artacaktır fakat yeteceğini sanmıyorum.
Dolayısıyla ben kongrede net bir Aziz Yıldırım galibiyeti bekliyorum ve umuyorum. 20 yıl boyunca izlediğimiz Aziz Yıldırım 2018’in intikamını almadan ölmek istemeyecek karakterdedir. Dalga geçilerek gönderildiği kongrede şimdi dalga geçerek göndermek istiyor. Kutuplaşmanın aleyhine olacağının farkında olduğu için de yapıcı ama mümkün mertebe popülist olmaya çalışıyor. Gönlüm, kulüp kendi tarihinin fetret devrini yaşarken bu iki isim dışında bir aday çıkmasından yanaydı. Ancak başka aday yoksa ve bir seçimde adaylardan biri Ali Koç ise diğer adaya oy verilir. Çünkü bu altı yıl boyunca sıklıkla şahit olduğumuz Ali Koç’un kontrolsüz öfkesinin nerede biteceğini ya da nereye evrileceğini kestiremiyorum. “Fenerbahçe’yi kapattık, Hull City’i aldık adını Fenerbahçe yapacağız” demesi imkansız mı artık bu Nisan ayında yaşananlardan sonra? Bir maçta hatalı kalkan bir ofsayt bayrağından sonra futbol branşındaki faaliyetleri askıya alıyorum demez mi gerçekten? “Kulübün şahsıma olan borçlarını değerine sayıp satın alıyorum” demesinin önünde ne gibi bir engel olacaktır? İki dönem daha Ali Koç başkanlığa devam ettikten sonra Fenerbahçe’de başkanlığa Koç Ailesi dışından birinin seçilmesi ne kadar mümkün olacaktır? Soyadı Türkiye’nin %10’undan fazlasına sahip bir adamın, çok iktidar karşıtıymış gibi takındığı fake muhalif tavırdan sıkılmadık mı artık? Fenerbahçe’nin 3 Temmuz’dan sonra giydiği bu “Devlet bize karşı, bizi istemiyorlar” kod adlı deli gömleğini çıkarmasının vakti gelmedi mi? “Cumhurbaşkanımız bizi yanlış anladı, bizi yanlış anlattılar, Ankara ile aramızda duvarlar var” söylemlerinden bıkmadık mı? Bunun sana engel olduğunu düşünüyorsan bir zahmet kendini anlatmak gibi bir zorunluluğun ve sorumluluğun yok mu? Altı yıl boyunca yapılan hatalardan hiç ama hiç ders alınmamasını ve “Ben varken Fenerbahçe şampiyon olamaz” cümlesini nereye koyacağız? 5 yıldızla çıkacağız, saymadılar yıldızsız çıkacağız, logomuzu değiştireceğiz, komisyon kurulacak eski şampiyonlukları saydıracağız… Bu ilkeden ve duruştan uzak martavalları dinlemeye mecali kalan var mı? Ali Koç’un serveti, Fenerbahçeliler’e yaşattığı mutsuzluğu kendi hayatında tolere ediyordur. Ancak hiçbirimiz onun kadar zengin değiliz. Antu.com forumlarında “cincon” ve “6s” yazan taraftar profilini anımsatan reaksiyonlarının nerede biteceğini kesinlikle kestiremiyorum. İşler yolunda giderken bile bir çılgınlık durumu hakim olabiliyor Trabzonspor maçı sonrasında olduğu gibi. Galip döndün, hatta dayağını attın, hiçbir kritik oyuncun bu işe dahil olmadı, yapman gereken ustalıkla futbolculara yapılmaya çalışılan lincin gündemde tutulmasını sağlamak, tehlikenin boyutlarını anlatıp oyuncuların minimum ceza almasını ya da hiç almamasını sağlamak. Oyuncular minimum ceza aldı Ali Koç’un koparttığı kıyametten ötürü ama o kıyametin bize zararı çok daha büyük oldu. Galip ve özgüveni tavan yapmış bir takım kendi başkanı tarafından sabote edildi ve bu durum potansiyel üç kupaya mal olmuş durumda şimdiden. Hepimiz şok içinde olan biteni seyrettik ve savrulduk, savruluyoruz.
Aziz Yıldırım mı? Kulübe vereceği en büyük zararı çoktan vermiştir, bu saatten sonra verebileceği en büyük zarar Galatasaray ile gireceği transfer yarışında Alanyasporlu Oğuz Aydın’a 8 milyon euro ödemek falan olur. Canı sağolsun.
40 yıllık Galatasaray taraftarıyım, 17 şampiyonluk, sayısız Avrupa zaferi UEFA süper kupa gördüm. Ancak benim için en değerlisi çok saygı duyduğum Fenerbahçe maçlarıydı. Bu maçlarda yaşanan heyecanı bayramı hüzünü anlatamam. Ancak birileri geldi ve halkın bu temiz güzel duygularını çaldı ve taraftarları birbirine düşman etti , her iki takımda da. Sağduyu hiç mi kalmadı derken bu yazıyı okudum. Kalemine sağlık. Umarım Fenerbahçe nin iyi ve ezici futbolunu izleyeceğimiz sadece saha içinde kalınacak sezonlar yakındır. Çok teşekkürler.