Donnie Brasco
Targetstriker döneminden takip edenler bilirler, orada sık sık sinema dünyasına da adım atardık. Buna yine devam edeceğiz. Sonuçta burası zengin bir platform olacak…
Fakat yıllar önce gösterime girmiş, birçok insanın çoktan izlediği filmleri uzun uzun değerlendirmek de istemem. Zaten sinema uzmanlık alanımız değil, filmleri de detaylı değil normal bir izleyici olarak izliyoruz. Haliyle birçok kişinin düşündüğü, okuduğu, bildiğinden farklı cümlemiz pek çıkmaz.
Mesela 1997 yapımı Donnie Brasco böyle film. Şimdi ben bu film hakkında ne yazayım? Tüm yorumlar son 25 senede yapıldı. Diğer yandan buraya da film hakkında bir not düşmek de istiyorum. Bu arada kalmışlığı çözmek lazım. Fakat bunun için henüz uygun bir stil bulamadım.
O yüzden şimdilik eskisi gibi devam gideceğiz…
2000’lerin başında liseden mezun olup üniversiteye başladığımızda, liseden arkadaşlarımızla sık sık bir araya gelirdik. Bir film dükkanını, mahalle kahvesi gibi kullanıp tüm boş vaktimizi orada geçirirdik.
Mekan; ortak ilgi alanlarımızdan birini az çok anlatıyor olsa gerek. Sinemaya ilgiliydik. Farklı tarzları seven bir gruptuk. İşte o ekipte sıkı Al Pacino hayranı olan arkadaşlarımız vardı. Hatta o sadakat nedeniyle, sevmedikleri bir Pacino filmi neredeyse yoktu. O yıllar için “yeni” kaçan Donnie Brasco da sevdikleri ve bize övgüyle anlattıkları filmlerden biriydi.
Aradan geçen 20 yılın ardından filmi izlerken aklıma o günlerdeki konuşmalarımız geldi. Al Pacino yine çok iyi tabi ama bir Pacino hayranının Pacino’yu öyle görmesine üzüleceğini tahmin ederdim. Zira karizmatik rollerinin adamı, bu sefer saf sayılacak bir mafya üyesini canlandırıyordu. Fakat bu karakter, filmin diğer ‘mafya’ filmlerinden ayrılmasını sağlıyordu.
Bu saf ve aslında ezilmiş adam; mesela sosyal hayatın ‘saf’ insanlarından biri değildi. Saf bir muhasebeci, kolay kandırılan bir ihracat müdürü, işinde bir türlü başarılı olamayan bir garson değildi. Bu tip insanlar, sırf karakter özellikleri nedeniyle işinde başarısız olsa bile en azından sosyal hayatlarında kendilerine güvenli bir ortam yaratabilirler. Sevildikleri alanları olabilir. İşte vasat olmak, maddi açıdan sorun yaratmıyorsa, sosyal hayatta dışlanmanıza neden olmaz. Oysa başka dünyalara izin vermeyen, eril ve ataerkil bir mafya ortamında, bu kadar ‘alık’lık da biraz fazla doğrusu… Bir hayatı boşa harcamak ve onu istesen de değiştirememek. Bir garson, “olmuyorsa olmuyor” diyebilir ama bir mafya üyesi bu dünyadan nasıl ayrılsın?
Lefty (Al Pacino) oraların adamı olmamasına rağmen, orta yaşlarının sonuna kadar yırtacağını düşünerek orada kalmış bir karakter. Gerçi yırtamayacağını anlasa ne yapacak? “Ben ayrılıyorum” diyerek o kadar sırla, suçla elini kolunu sallayarak çıkamaz ki!
O yüzden çıkamıyor. Çıkamadıkça, batmış, bitmiş, çökmüş. Ve sırf onun sayesinde, film benim için (ve birçok kişi için) duygusal hale geldi.
Türkçe’ye Köstebek adıyla çevrilen onlarca filmden biriydi ama belki de benzerlerinden farklıydı. İlk defa bir Köstebek’te, planlar, stratejiler, akıl oyunları arka plandaydı. Bu sefer karakterlerin dünyaları ön plandaydı.
Öte yandan film adlarının değiştirilmesi çok mantıklı gelmez bana. Tamam, Türkçe isim gerekiyor vizyon için ama çok bozmaya ne gerek var? Bir de hep benzer isimler konması da kolaya kaçmaktır. Buna “Köstebek” demek yerine pek ala Donnie Brasco denilebilirdi.
Fakat başka bir açıdan düşününce de, bu film hiç Donnie Brasco filmi degil. Büyük ihtimalle filmin çekilmesini sağlayan Brasco’nun gerçeği olan Joe Pistone. Onun ağzından çıkınca kurgu, isim de onun karakterine veriliyor.
Oysa film Brasco’dan ziyade Lefty’i anlatıyor. Hatta Al Pacino da herkesten, sadece oyunculardan değil, yönetmenden senaristten ve yapımcıdan bile rol çalıyor. Yani bu onun ve onun karakterinin filmi. Köstebek ne alaka Donnie ne alaka…
Kısacası üzüldüm. Lefty, kendi filmine bile ismini veremiyor. Onun oğluyla ilişkisine ayrı üzüldüm, restorandaki Japon’a ayrı dağlandım. Zaten Donnie (Johnny Deep) de üzülüyor. O da ‘iyi’ insanları kullanarak hedefe ulaşan biri olmanın vicdan azabını yaşıyor.
Gerçek bir hikayeden alınan bu senaryo da zaten filmi başka bir noktaya koyuyor. Sanıyorum; kendi türünde biraz kıyıda köşede kalan bir film. Yani bir Scarface, bir Godfellas popülerliğinde değil. Fakat bence onlar kadar izlenmeyi hak edecek bir yapım. Gücünü senaryodan aldığı gibi, bu ‘sert erkeklerin’, duygusal kaosunu çok iyi yansıtan iki oyuncunun olması önemli artısı.
Fakat bu aynı zamanda filmin laneti. Tüm Pacino hayranları, o küçük film dükkanındaki gibi sinema aşığı değil. Yani hayranları olduğu adamın, o rolde ‘ezilmesini’ istememişler olsa gerek.
Öte yandan benim için eksisi; gerçek hikaye olması. Nedeni biraz karışık ama anlatalım.
Gerçekçiliği severim. Sıradan insanların sıradan hayatlarını, çelişkilerini, kararsızlıklarını, hatalarını, duygularını izlemeye bayılırım. Sıradan insan çok fazladır. Çok fazla “sıradan insan” hikayesi vardır. Bu da kurguyu, senaryo üretimini kolaylaştırmalıdır. Senaristler bu tip öyküler anlatmak için, yaşanmış bir hikayeyi degil, yaşanmış binlerce hikayeden birini seçebilirler. Önlerinde çok fazla malzeme vardır.
Fakat bu sefer yaşanmış bir hikayedeyiz. Aslında karakterler sıradan sayılabilir. Bir FBI ajanı ve mafyanın en alt kademesinde yer alan iki insan. Binlercesi vardır gerçek hayatta. Yani Escobar veya Polat Alemdar da degiller. O yapımlarda tetikçi olabilecek, bir figüran rolü aslında Lefty’nin ki…
Tamam mafya yine de ‘sıradan’ bir karakter değil. Fakat Lefty sıradan biri. Ve Lefty’i üretmek icin yaşanmış bir hikayeye ihtiyac duyulmamalı.
Fakat duyulmuş. Bu hikaye; zamanında gerçekleştiği icin sinemaya uyarlanmış. Tabi ki ilginç bir hikaye. Her haliyle merak uyandırıcı. En saf haliyle bile, sinemaya aktarılmasa da, bir gazetenin operasyonu anlatan yazı dizisi bile olsa, ağzımız açık okurduk. Peki öyleyse binlerce Lefty’nin olduğu bir mafya dünyasında, onların hikayelerini kurgulamak için neden yaşanmış bir hikayeye ihtiyaç duyuyoruz?
Bugünlerde bu sorun çok daha belirgin. 1997’de daha az ‘biyografik’ öykü hayatımızdaydı. Artık sinemayı gerçekçi hikayeler değil, yaşanmış olanlar dolduruyor. Öyleyse kurgunun ve senaryonun gücü nerede? Senaristin kabiliyeti nerede?
Yine de bu nedenden dolayı düşük not verecek değiliz. Fakat keşke benzerleri için, operasyon dosyalarına, gazete haberlerine, anıları anlatan kitaplara ihtiyaç duyulmasa…
Mesleğine sadık, işin raconunu bilen ama bir türlü yükselemeyen herkese adanması gereken, mafya filmi olsa da aslında tam olarak “bizi bize anlatan” film…
Sevdim ben hocam.
Bu arada Survivor’ın konsey müziği de buradan çıkmış. Her gün yeni bir bilgi işte…