Galatasaraylı Diego
Coruna sokaklarında çubuklu bir formaya denk geldik. İçinden üç yıldızlı Galatasaray çıktı!
Coruña’da kapalı bir öğleden sonra… Hafta içi. Eğer hava güneşli olsaydı, hafta içi olmasına rağmen sokaklar plaja gidenlerle dolu olurdu. Onlar bugün yok. Beyaz yakalılar da henüz ofislerinden çıkmamış. Yürüyüş yolları ve bisiklet parkurları boş sayılır. Eğer saat biraz daha geç olsaydı, havaya aldırmadan kendini koşuya ve spora veren bir kalabalık ortalıkta dolanırdı. Onlar da henüz yok!
Ben bisikletimle süzülüyorum yavaş yavaş. Bir yandan da yeni araştırmam için formalı insan arıyorum. Fakat o gün sokaklar tenha olduğundan işler kesat. Derken uzaktan sarı-kırmızı formasıyla koşan biri görüyorum.
Haziran’ın ortasına geldik ama henüz bir Süper Lig takımının formasına denk gelmemiştim. O kadar mı sönüğüz Avrupa piyasasında? Birilerini görmek istiyorum. Ve sarı-kırmızı forma işte orada!
Önce bilinçaltı beni hareketlendiriyor. Eğer bir sarı-kırmızı varsa akla ilk Galatasaray gelir. Heyecanlanıyorum. Zaten AS Roma formasına hiç benzemiyor. Fakat formanın çubuklu olduğunu fark edince hevesim kaçıyor; Galatasaray’a da benzemiyor. Her şeye rağmen koşan kişi bana yaklaştıkça formanın Galatasaray olma ihtimali artıyor. Önünde avea yazıyor, derken kulübün logosu kendini belli ediyor. 2006-07 sezonu forması bu!
Hemen bisikletimi, koşan çocuğun önüne kırıyorum ve ona nereli olduğunu soruyorum. Belki kendisi de Türkiye’den gelmiş bir gurbetçiydi.
“Buralıyım” diyor. Benim adres benzeri bir soru soracağımı tahmin ediyor. Bisiklete bindiğim için hafif nefese nefese halde, bozuk İspanyolcam ile devam ettiriyorum muhabbeti.
“Forma… Galatasaray forması… Benim takımım”
O sırada formaya bakıyorum. Orijinal olmadığı her halinden belli ama en çok da yıldızlarından… Çocuk önce benim cümleme şaşırıyor, sonra gülüyor ve “Aaa evet” diyor.
O da herhalde formanın ‘kötü tasarım’ olmasından hafif utanıyor ve hemen kendini savunmaya geçiyor:
“Seneler önce İstanbul’a gittiğimde almıştım. Çok ucuzdu. Hoşuma gitti, aldım”
Aslında yazının başlığında ufak bir hilem var. Kendisi sıkı bir Galatasaray takipçisi değil. Bir koleksiyoner belki, ya da gezdiği yerlerde alışveriş yapmayı seven bir turist. Fakat ne olursa olsun, İstanbul’a gidince Galatasaray forması almış ve halen kullanıyor.
Ona yıldızların çirkinliğinden bahsetmiyorum ama artık beş yıldız olduğunu söylüyorum.
O sırada tanışıyoruz. Adı Diego. Ben neden İspanya’da olduğumu ona anlatırken, bir yandan da spor medyasında çalıştığımı söylüyorum. O da hemen Deportivo La Coruña hakkındaki yorumlarımı merak ediyor. İki - üç cümleyle geçiştiriyorum. Benim için konu Depor değil, Galatasaray! Fakat onun da muhabbeti kendi takımına çekmesi benim hoşuma gidiyor. Demek ki benzer duygularımız var. Sonradan düşündüm; acaba Diego’nun Galatasaray’a ilgisinin altında; iki takımın da altın dönemini 90’ların sonunda ve 2000’lerin başında yaşaması mı yatıyor?
Onu sormuyorum. Sırtında Lincoln yazıyor. O bana soruyor bu sefer. Galatasaray gibi Lincoln’e de uzak. “İyi miydi?” diye soruyor. Onun Brezilyalı olduğunu, bizden önce Bundesliga’da oynadığını anlatıyorum. “Orada çok iyiydi. Fakat Galatasaray’da aynı olmadı” cevabını veriyorum. “Kaka-Real Madrid gibi yani” diye karşılıyor. Hafif bir iç geçiriyorum ama diyecek kelimem yok. “Benzer” diyorum.
Diego, Galatasaray’ın güncel halinden çok uzak. “Sanırım sizin takımın başında şu an çok ünlü bir hoca var, kimdi?” diye soruyor. Okan Buruk’tan bahsetmesi mümkün değil gibi. Hemen anlıyorum mevzuyu. “Jose Mourinho”, diyorum. “Ama Galatasaray’da değil, Fenerbahçe’de. Bizim ezeli rakibimizde.”
Önce özür diliyor, sonra şaşkınlığı iki kat artıyor: “Mourinho, Türkiye’ye mi gitti!?”
Yani aslında Diego sıkı bir Galatasaraylı değil. Fakat buradaki yaklaşık 1.5 senemde, gördüğüm birkaç Galatasaray formalının arasından konuştuğum ilk kişi. Kendisi de bana oldukça sıcakkanlı davrandı.
Konuşmamız esnasında sert bir rüzgar esiyordu. Mecburen muhabbeti kesmek zorunda kaldık, zira spor yapan ikimizin de terleri soğuyordu. Galatasaray formasıyla şehrin simgesi olan Hercules’e doğru koşmaya devam etti. Ben de başka Galatasaraylılar görmek için etrafıma daha dikkatli baktım.
DİĞER GALATASARAYLILAR
Ayın diğer Galatasaray formalıları ile konuşma fırsatım olmadı. Bir tanesi şurada paylaştığım Podolski formalı delikanlıydı.
Bir diğeri yeşil bir tişörtle dolanıyordu. Yanında da arkadaşı vardı. Sırtında Osimhen yazan ürünü görünce ben önce Nijerya ile alakalı olduğunu düşündüm. Fakat sonra önünü dönünce, Galatasaray logosu ortaya çıktı.
Onun da Diego gibi, “çakma” bir ürün giydiğini sanmıştım ama bu tişört zaten Galatasaray Store’da satılıyormuş. Ürünü beğenmesem de fikir güzel. Osimhen sayesinde ürün almak isteyen ama Galatasaray formasına 100 euro vermek istemeyen insanlar için (çoğu da Türkiye dışı) 20-30 euro’ya ideal bir seçenek. Tabi bu kardeşimiz bu ürünü nerede gördü de satın aldı bilemiyoruz.
Bir kız kardeşimiz ise bir pazar sabahı markete gittiğimde karşıma çıktı. Herhalde spordan dönüyordu. Üzerinde Galatasaray’ın antrenman forması vardı. Bu ürünü görmek de ilginçti. Türkiye’de bile çok karşımıza çıkmazdı. Bir sabah İspanya’nın kuzeybatı ucunda gördük.
Birkaç Galatasaraylı daha vardı ama onların fotoğrafını çekmek nasip olmadı.
VE BİR BEŞİKTAŞLI
Bazı Beşiktaşlılar da karşıma çıktı. Kimi plajda arkadaşlarıyla voleybol oynuyordu, kimi bisikletle yanımdan süratle geçti. Bu kardeşimiz ise arkadaşlarıyla plaja futbol oynamaya gidiyordu.
Kendisiyle daha uzun konuşmak isterdim ama ıssız bir viyadüğün ucunda durdurdum onu. Çok sağlıklı bir noktada değildik. Adını bile sormadım. yanında da arkadaşları vardı. Türkiye’de olsam büyük ihtimalle arkamdan “Lavuğa bak ne kilitledi bizi” derlerdi. Belki bunlar da dedi; bilmiyorum. Fakat yüz yüzeyken sıcak bir diyalog kuruldu.
Ona da önce Türk olup olmadığını sordum. Aslında İspanya’da birine milliyetini sormak biraz riskli bir soru. Fakat kendisi hemen neden sorduğumu anlamış olacak ki, ”Hayır” dedi. Formayı geçen hafta (yani haziran ortası) İstanbul’dan satın aldığını söyledi. Arkasında isim de yazmıyordu. Neden Beşiktaş formasını seçtiğini soracaktım ama sonra vazgeçtim. Hava sıcaktı ve çocuklar top oynayıp denize atlamak için sabırsızdı. Onları daha fazla tutmadım.
Şehir küçük; elbet bir kez daha karşılaşırız. Ya onlarla, ya başkalarıyla…






