Hikayeye Sahip Çıkmak
“Kulüplerimiz kötü yönetiliyor. Borçlanıyorlar ve başarılı olamıyorlar. Sonraki yönetimler enkaz devralıyor. Bu böyle gitmez. Hadi onları sahiplendirelim ve hesabın kimde olduğunu bilelim!”
Bu cümle herhangi birine ait değil. Neredeyse herkese ait!
Son 10 yılda sık sık buna benzer bir cümle duymuş olabilirsiniz. Devamı da var. Yukarıdaki cümleyi bazı yorumcular modernist bir fikir gibi söylerken, taraftarlar da hayallerinin esiri olup onlara destek veriyor: “Kardeşim aslında var ya; bizim kulübü bir Çinli, bir ABD’li satın alsa net uçarız!”
Sanki kulüplerimizin dünya devi olmasının tek engeli, genel kurul üyelerinin verdikleri oylarmış gibi... Sanki bir kişi gelip parayı saçarsa tüm sorunlar çözülecekmiş gibi… Ve en çok da; sanki parayı veren o kişi, kulübün ve taraftarların hayalleriyle ortaklık kuracakmış gibi…
Şimdi bu işin iktisadi ve hukuki tarafları var. Açıkçası ben de oralarda çok yeterli değilim. Bazı soruları cevaplamakta yetersiz kalabilirim. Mesela bir kişi bir kulübü nasıl satın alır? Ne kadar yatırım yapabilir? İstediği kadar harcama yapabilir mi? Hisselerin en az yüzde 51’ine sahip olunca, istediği her şeyi yapabilir mi? Bu soruların cevabı bende kısıtlı.
Ama önemli de değil. Buraları geçiyorum. Ben daha çok şunu soruyorum: Sahiplik projelerinin güllük gülistanlık olacağını size düşündüren ne oldu?
Sanırım bunun mihenk taşı; Manchester City ve Paris SG... Arap sermayesinin parasıyla baştan yaratılan ve Şampiyonlar Ligi arenasının en güçlü (ama halen en başarılı değil) takımları arasına giren o iki şirket! Bu arada, Türkiye’de artan Arap karşıtlığını düşününce de karşımıza bir çelişki çıkıyor. Taraftarlarımız hem Arapların para saçtığı kulüplere özeniyor hem de kulüplerinin bir Arap tarafından satın alınmasını istemiyor. Çinli olabilir, ABD’li olabilir, dünyadan aforoz edilen Ruslar olabilir ama Arap olamaz!
İyi de öyleyse sizin hayalleriniz nasıl gerçekleşecek? Bir ABD’li sizin kulübü neden alsın?
Paranın daha çok Araplarda olduğu gerçeğini bir kenara bırakarak devam edelim. Asıl soru şu: PSG ve Manchester City dışında dünyada sahiplik projesiyle sivrilen kaç kulüp var? Onlara birkaç tane daha eklenir belki ama başka?
Moratti, Berlusconi, Agnelli gibi istikrarlı yerel örnekleri, Real Madrid, Barcelona, Bayern gibi ‘dernekleri’ geride bırakınca başarı dediğimizde karşısına yazılan kulüplerin yönetimleri nasıl? Ya sahiplerin hikayeleri çoğunlukla yukarıya doğru mu olmuş?
Bu işin piri İngiliz futbolu. Fakat onlar da, sahiplendikten sonrası mezarlıklara yaklaşan kulüplerle dolu mesela. İtalyanlar, Milan’ı Inter’i dünyayla paylaştıktan sonra adeta ana sahneden çekildiler. İspanya’da büyük krizler var. Bu kadar az iyi örnek varken, bu sevda neden?
Avrupa’ya geri döneceğiz. Türkiye’den devam edelim…
Murat Sancak’ın, Adana Demirspor’a transferler getirdiği o pembe günlerde “Ya bu kadar harcamanın sonu iyi değil” diyen biri şöyle yazmıştı: Para Murat Sancak’ın parası size ne…?
Zenginin malı züğürdü yormasın diye biz de ilişmedik o günden sonra. Ve çok değil, iki sene içine Adana Demirspor kasası boşalmış, bir kişinin iki dudağı arasında kalmış, hayalleri çalınmış bir kulübe dönüştü... En sonunda Sancak, “paramı verirseniz hisselerimiz derneğe devrederim” dedi. Büyük ihtimalle bu köklü kulüp yakın gelecekte Adana belediyesinden ve milletvekillerinden yardımlar isteyecek, mutfağında yemekler çıkmayacak. Eğer şanslıysa biraz toparlayacak ve 1.Lig’in orta sıralarına kalacak.
Peki Murat Sancak, delegelerin oylarıyla seçilseydi daha mı kötü olacaktı? Yani hani bu vizyoner sistem daha denetlenebilirdi ya; denetlendi mi gerçekten? “Borcu yapan ve başarısız olan sorumluluğu kendi üzerine alır”, deniyordu. Aldı mı? Mesela Murat Sancak, bugün ceketini alıp gitse ne diyeceğiz, ne göreceğiz. Sancak, kulübe uğrattığı zararı karşılayarak mı ayrılacak? Bunun zararını kendisi mi çekecek yoksa kulübe mi ödetecek? Peki kulüp hayatına normal bir şekilde devam edebilecek mi, yoksa Yeni Malatyaspor gibi, Orduspor gibi bir örnek olarak tarihe mi karışacak?
Avrupa’dan devam edelim. Valencia, İspanya’nın en köklü ve en başarılı kulüplerinden biri. Şu günlerde başarılı değil ama halen tarihi bir kulüp. Halen değerli. Bugünlerde küme düşme tehlikesi yaşıyor. Ben ligde kalacağına inanıyorum. Fakat kulüp sahibi, bunu çok da istemiyor. Daha doğrusu onun için çok da önemli değil. Sezonun devre arasında da ligde kalmak için hamle isteyen taraftarlarla aynı fikirde değildi.
Kulüp sahibi Lim ailesi ve taraftarlar arasında uzun zamandır devam eden bir gerginlik var. Birkaç sene önce Avrupa’nın devleri arasına gireceğini sanan taraftarlar, bu başarısız projenin sahiplerinin kulüpten ayrılmasını istiyor. Sahipler ise “para bizim, uygun teklif gelmeden satmayız” diyor. O sırada kulüp çaptan düşüyor. Taraftarlar daha sert tepkiler (küfürler, saldırılar) veriyor. Bu sefer aile bunu inada dönüştürüyor. “Satmayacağım, harcama da yapmayacağım” diyor.
Hadi buyurun. Ne yapacaksınız şimdi?
Lim ailesi şöyle düşünüyor: Transfer yapıp borçlanırsam, gelecek iyi teklifleri engellemiş olurum. Fakat kulüp 2.lige bile düşse, borçsuz olduğu takdirde daha uygun fiyata satabilirim.
Konuya “iş” olarak bakınca gayet de haklı olabilir. Peki bu, taraftarların kabul edebileceği bir durum mu?
Dünya tarihinin en sevilen figürlerinden biri Ronaldo! Brezilyalı olan… Size onun sevilmediği bir şehir var mıdır? Var! Valladolid… Çünkü Ronaldo, Real Valladolid kulübünün sahibi ve kimse onu sevmiyor. Sevilmeyen bir başkan iki senede gönderilir. Fakat Ronaldo hisselerini devretmiyor. Yönetmeye devam ediyor.
Biraz daha aşağıya gidelim. Alt liglerde yer alan Badajoz’un sahibi Luis Oliver. Teknik direktörü ise onun oğlu. Buraya kadar problem yok. Yani bir sahibin istediği kararı vermesine ve şirketinde aile bireylerine iş bulmasına herhalde kimse karşı çıkmaz! Paralı sahip isteyen herkes bunu kabullenmiştir herhalde? Fakat geçtiğimiz aylarda hoca Oliver şöyle dedi: “Takımıma ve kulübüme karşı çıkan olursa onu öldüreceğim”
Oliver burada, o dönemde çok eleştiri getiren yerel muhabirlerden bahsediyordu. Böyle bakınca; kulübü koruyan hoca modeli bizim taraftarların hoşuna gider. Fakat Türkiye’de kulüpler zehirli ‘eleştiri’ kültürü altındayken, böyle bir lafı sosyal medya taraftarlarına kullansa ne olurdu? Bir sahibin böyle üst perdeden konuşmasını engelleyecek gücünüz var mı? Ve zaten o kadar para ödedikten sonra neden konuşmasın? Tamam kimse kimseyi öldürmesin, dili de tasvip etmiyoruz. Fakat cümleyi biraz değiştirsek bile güzel duruyor mu:
“Takımıma ve kulübüme karşı çıkan olursa ona kombine satmayacağım!”
”Yönetim tarzıma karşı çıkan olabilir; umrumda değil! Ne de olsa iki sene sonra seçim gelmeyecek!”
”Sonuçlardan memnun değilsen masaya çık tepin istersen!”
Bunlara razı mıyız?
Manchester United’ın yaşadıkları ortada… Bir dönem dünyanın en çok gelir elde eden kulübü olan (son üç yılda ise 300 milyon sterlin zarar eden), aynı zamanda sportif başarıyla özdeşleşen kulübü senelerdir şampiyon olamıyor ve daha kötüsü tutumlu olmak adına 200 personeli işten atmayı düşünüyor. Böyle bir dönemde bile halen sportif başarı yerine ekonomiyi öne koyuyorlar. Buna rağmen harcamaktan vazgeçmiyorlar. Harcamaların büyük bir kısmının saha içiyle alakası yok. Adeta hayal ihracat yapan, sahte faturalı bir şirket gibi. Bir futbol kulübünde kupalar yok ama para kazanan binlece insan var! Garip değil mi? Şimdi bir de stadyum inşa etmeyi düşünüyorlar. Çünkü daha fazla gelir elde edebilirler. Peki iyi bir takım kurma hayallerimize ne oldu?
Tüm bunları düşününce “sahiplik” halen aradığımız model olarak kalıyor mu?
Kulübün rengini, adresini, kimliğini, geleceğini, geçmişini değiştirmek isteyen, en azından bu gücü elinde tutan birine kulübünüzü teslim eder misiniz?
Tabi ki tüm sahipler ufak bir diktatör değil. Başarılı olmak için kitleleriyle dirsek dirseğe yürümek zorundalar. Fakat her iş insanının da başarılı ve kitleyle aynı yöne bakan bireyler olduğuna emin miyiz?
Aşırı gelenekçi ve tutucu gözükmek istemem. Yani bu özellikler bende biraz vardır. Fakat çok da emin olmadığım bir konu hakkında, bir görüşün bayraktarı olmayı tercih etmem. Üstelik sahiplik içine tamamen karşı çıkmak da kolay değil. Zira hem diğer yöntemin falsolarını yıllarıdır defalarca gördük, hem de sahiplik yönteminin tamamen kötü olmadığının da farkındayız. Fakat yine de bu işin duygusal bir tarafı var.
Sizle aynı duyguları beslememiş, aynı yollardan geçmemiş, aynı hedefleri olmayan insanlara kulüplerinizi emanet etmek akla yatıyor mu?
Tabi ki mevcut kulüp başkanları da saf bir taraftar gibi kulüp sevgisiyle o koltuğa oturmuyor. O koltuğa imtiyazlardan, ayrıcalıklardan faydalanmak için geliyorlar. Fakat yine de hedefler ortak ve belirgin. Bazı başkanlar o hedeflere ulaşamayıp, başarısız oluyor. Sonucunda önlerine genel kurul ve kongre geliyor. Yolları ayırmak biraz daha kolaylaşıyor. Seçilmek için taraftarlarla aynı gemide olmak zorundasınız.
Ali Koç, başarısız bir başkan mesela. Fakat önüne üç kere sandık geldi. Genel kurul seçti. Taraftarlar onun adını haykırdı. Seçildi. Aklandı. Güvenildi. Belki de bir sonraki seçimde “artık yeter” denilecek. Peki ya sahip olsaydı? Sınırsız parasını Fenerbahçe için harcasaydı ve aynı sonuçları alsaydı, devamında taraftarlar onun kulübü bırakmasını isteseydi nasıl olacaktı? Ortada sandık da yok!
Yine de Koç’u farklı bir yere koyabiliriz. Ne de olsa onun Fenerbahçeli olduğunu biliyoruz. Yani daha çok Moratti veya Berlusconi gibi olurdu.
Fakat diğer senaryoda, yani yabancı sahiplerde iş dünyasının gerçekleri ve taraftarların hayalleri farklılaşabilir. Daha kötüsü; siz buna dair hiç bir şey yapamazsınız. Avrupa futbolu da ne yapacağını bilemeyen taraftar gruplarıyla dolu. Kulüplerini kurtarmak için çabalıyorlar. Ya da kulüplerinin enkazlarına bakıyorlar!
Oysa taraftarlık bir hikayeye ortak olma isteğidir. Bu hikaye köklüdür. Sizden önce başlamıştır ama bir noktada siz de o yolculuğun bir parçası olursunuz. Amacınız yaşadığınız, içine girdiğiniz o hikayeyi renklendirmektir. Anlar biriktirmektir. İyi günler yaşamak da, kötü günlerde omuz omuza olmak da o renklerdendir.
Kulübün varlığı ise hikayenin yazılması için biricik nedendir! Acılı bir hikaye bile olsa, hikaye hikayedir. Ve en güzeli size ait olandır.
Öyleyse; bize ait hikayeleri niye başkalarının kalemlerine bırakalım?