Kaybedenler
Geçtiğimiz cumartesi günü İspanya’da Copa del Rey finali vardı. İspanya’ya gelişimin ardından, ülke içinde deneyimlediğim ilk final haftasıydı. Final haftası diyorum, zira gerçekten ülke, kupa finaline gereken hassasiyeti gösteriyor.
Türkiye ile bazı farkları vardı. En önemlisi kimse kupayı angarya olarak görmüyor. Özel bir etkinlik, ciddi bir maç. Finalistler kim olursa olsun, son günlerde devamlı final ve finalistler hakkında haberler yapıldı.
Final sezon arasında ve hafta sonu oynandı. O hafta LaLiga’da maç olmadı. Final, cumartesi prime-time’a verildi. Açık kanaldan yayınlandı. O saatte alt liglerde de maç oynanmadı.
Aslında ben finalin adı konduğunda, ülkede çok ilgi gösterilmeyeceğini düşünmüştüm. Türkiye’den kalan bir alışkanlık işte… ‘Büyükler’den biri yokken oynanacak bir finali kaç kişi izlerdi ki? Veya haber kanallarında kaçıncı haber olurdu?
Küme düşme hattının hemen üzerindeki Mallorca ile 40 senedir bu kupayı kazanamayan ve Bask bölgesine sıkışan Athletic arasındaki mücadelenin İspanya’da gündem olmayacağını zannediyordum. Tabi bir Real-Barça havası yoktu ama özellikle son iki gün; takımların adına bakılmadan, yayıncı kuruluşun (devlet kanalı RTVE) maçı parlatma çabasına ve tekeline kalmadan hemen tüm yayın organları maçtan bahsetti.
Karşılaşma belki çok kaliteli değildi. Bir lig maçı olsaydı yüzüne bakmayabilirdik. Fakat işin ucunda kupa olunca, heyecan çok arttı. Oyuncular, taraftarlar ve yayıncı da bu heyecanın artmasına katkı sağladı. Türkiye’de çoğu zaman bu heyecanın, esas nedenimiz olduğunu unutuyoruz.
“Hakem konuşmaktan futbol konuşmaya fırsat kalmıyor” minvalinde bir yakarıştan bahsetmiyorum. Tam tersi; bazen de o kadar çok futbol konuşuyoruz ki maçları ulema gibi değerlendirmekten, her ana ve her karaktere doğru-yanlış değerlendirmesi yapmaktan bizi heyecanlandıracak asıl unsurları ıskalıyoruz.
Şöyle bir örnek verelim; iki sene önce Türkiye Kupası’nda oynanan Sivasspor -Kayserispor finali, isim olarak benzerdi ama Türkiye’de benzer ilgiyi uyandırmadı. Oysa burada, bu iki kulübün kupa alma ihtimali, özellikle de Mallorca’nın buraya kadar gelmesi, belki yakın zamanda bir daha gelemeyecek olması ilgi göstermek için yeterliydi.
Aynı durum Athletic için de geçerli. Fakat bu yazının konusu Mallorca. Zira, önümüzdeki hafta bir Bilbao seyahatim olacak ve orada San Mames’e gitme şansım olacak. Athletic hakkındaki görüşlerimi oraya saklıyorum.
Şimdi sıra Mallorca’nın…
PLAJLARDAN KUPALARA
Hayır, bu 1992 yılında Avrupa Şampiyonu olan Danimarka değil!
Anakaranın doğusunda, Akdeniz’in ortasında bulunan, yazları coşan bir ada... Burayı gezi programlarından bilirsiniz. Mallorca, plajlarıyla ve eğlencesiyle ünlüdür. Futbol takımı da fena değildir. En azından 90’ların İspanya futbolunda korkulan bir kadroya sahipti. Fakat o dönemin öncesi ve sonrası vasattı.
O nedenle sıcak havası olan rahat bir şehrin kupalara uzak kalmış takımının sağlam bir taraftarı olduğunu düşünmezdim. Fakat Sevilla’daki finale akan binlerce insanı görünce yanıldığımı anladım. Gerçi; finaldeki çoğunluk Bilbao’dan gelenlerdi. Bazı Mallorca taraftarları, biletlerini Athletic taraftarlarına satmış. Bu da şu an şehirde bir tartışma konusu, hatta bazılarına göre penaltılarla kaybedilen kupanın tek nedeni…
90’lara geri dönelim. 1991-1998-2003… Mallorca’nın en büyük üç başarısı. Üç Copa del Rey finali. İlk ikisini kaybettiler.
Yaşım gereği 1991’dekini hatırlamıyorum. Atletico’ya uzatmalarda 1-0 yenilmişler.
1998’deki finali çok net hatılıyorum. Barcelona ile oynamışlardı. Öne geçtikleri maçta Rivaldo’dan gol yemişlerdi. Normal süre 1-1 bitmişti ama Mallorca uzatmalar başlamadan 9 kişi kalmıştı. Buna rağmen maçı penaltılara taşımayı başarmışlardı.
Uzatmalarda inanılmaz kurtarışlar yapan, penaltılarda da yıldızlaşan isim Arjantinli kaleci Carlos Angel Roa’ydı. Üç tane penaltı kurtarmıştı. Hatta bir tane de gol atmıştı. Buna rağmen takım arkadaşları, onun kurtardıklarından daha fazlasını kaçırdı. Kupayı Barcelona kazandı.
O gün en çok Roa’ya üzülmüştüm. Bir ay sonraki Dünya Kupası’nda da çok iyi maçları olacaktı. O dönem ne Buffon, ne Casillas, ne Kahn vardı benim için. Dünyadaki en iyi kaleci bana göre Roa’ydı. Peki Roa ne yaptı? Bir sene sonra, 2000 yılında kıyametin kopacağını iddia ederek futbola veda etti ve kıyameti beklemeye başladı. Sonra kıyamet kopmayınca futbola geri döndü ama bu sefer futbol onu bırakmıştı!
Mallorca için asıl kıyamet 2003’te koptu. Elche’deki finalde karşılarında, o sezon ligde küme düşecek Huelva’yı buldular. Albert Riera, Leo Franco, Juan Valeron ve tabi ki Samuel Eto’o… Mallorca’nın çok iyi kadrosu vardı ve kupayı kazandı. İlk ve sondu! Devamı gelmedi.
21 sene sonra tekrar finale yükseldiklerinde yine normal sürede kaybetmediler. Kaybedilen üç finalde de normal süreyi berabere bitirdiler.
2023-24
Mallorca’nın bu senesine dikkatli bakan herkesi şaşırtan bir sonuçtu kupa finali. Şu anda bile küme düşme hattının sadece altı puan uzağındalar. Neyse ki ligde Almeria ve Granada gibi iki kötü takım var! Bu ikisi artık düşmeyi garantiledi gibi. O nedenle geriye kalan tek kontenjan Mallorca’yı vurmaz herhalde. Buna rağmen son dört iç saha maçında dokuz puan toplamasalardı belki şu an kabus görmeye devam edeceklerdi.
Ligde bu kadar sıkıntılı olan bir takımın kupada final oynaması biraz kura şansı barındırıyor tabi. İlk dört turda alt lig takımları geldi. Kaza yaşamadılar. Ardından sezonun sürpriz takımı Girona geldi. Tabi ki Katalan ekibini yenmek kolay iş değil ama sonuçta onlar da bir Barca, Real, Atletico değildi. Maç sonunda topla oynama oranı yüzde 25’te kalan Mallorca, kendi sahasında oynamanın avantajıyla turu atladı.
Yarı finalde Real Sociedad karşısında favori değillerdi ama penaltılar sonunda Sevilla biletini aldılar.
Yazıyı çok uzatıyorum ama aslında anlatacaklarım bunlar değildi. Mallorca’nın bu sezonki kadrosunda kendine has karakterler var. Tabi Athletic’te de benzer bir durum söz konusu ama bu satırlar kaybedenlere ayrıldı. Onlardan bahsetmek istiyorum.
LaLiga’yı detaylı takip etmeye başaladığımdan beri; yani sadece maçları izlemeyip biraz da basını karıştırdığımdan bu yana bizim ligimizle en önemli farkın bu olduğunu hissedebiliyorum. Futbolcuların yetenekleri, değerleri, meziyetleri tartışılır. Tabi ki Real Madrid’deki bir futbolcu ile Cadiz’dekini kıyaslamak mümkün değil. Hatta haksızlık. Fakat o oyuncunun da bir öyküsü, öyküsü olmasa da lige renk katan bir mimiği, gol sevinci, tarzı, duruşu, karakteri var. Ligdeki her oyuncu, diğerlerinden ayrılabiliyor. Herkes bir karakter, herkes bir renk.
Tabi ki her insan birbirinden farklıdır. Türkiye’deki futbolcular için de kesinlikle böyledir. Ayrıdır, renktir, karakterdi. Fakat bunu öne çıkaran bir medyası var İspanya’nın. Bu da bir zincir oluşturuyor. Basın köprüyü kuruyor, oyuncular ilgi çekiyor, oyuncular ilgi çekince maçlara ilgi artıyor, maçlara ilgi artınca rekabet anlam kazanıyor, rekabet anlam kazanınca taraftarlar stada (ve ekrana) akın ediyor. Bu sayede dolu tribünler önünde maçlar oynanıyor.
Ben bile bu zincire dahil oldum. ülkeye geleli henüz altı ay oldu. A1 seviyesi İspanyolcamla bile, birçok öyküyü anlama fırsatım oldu. Zira medya bunu pompalıyor.
Mallorca’da da öne çıkan bazı oyuncular vardı. Yalan yok; ben Athletic’in kazanmasını çok istedim. Kulüp olarak onun yeri başka. Fakat Mallorcalı futbolcularla bile bağ kurdum, onların da kazanmasını isterdim. Bir kısmını bir sene önce tanımıyordum bile!
Bu yazının ana konusu onlar. Biraz fazla uzattım. Başlayalım; o zaman…
VEDAT MURIQI
Vedat’ı zaten tanıyorsunuz. Onun hakkında yeni bir şey anlatmam mümkün değil. Fakat İspanya’da onu çok seviyorlar. Uzun boylu ve biraz sıska duran bir forvet… Sahada hemen fark ediliyor. Buradaki lakabı korsan ama esas olarak çirkinliği ile tanınıyor!
Teknik direktörü Javier Aguirre onun için “Çirkin ve tuhaf biri. Yolda görseniz kaldırımı değiştirirsiniz. Fakat onun inanılmaz bir kalbi var. Onu sevmemenin imkanı yok” demişti. Bu laf Vedat’ın başına bela oldu! Her yerde kendisine bu açıklamayı sormaya başladılar.
Vedat’ın buna komik bir cevabı var:
“Hocam haklı. Ben çirkinim. Esas sorun eşimde. Sanırım gözleri iyi görmüyor!”
Vedat, finalden birkaç gün önce verdiği bir röportajda, “Birkaç sene önce garsonluk yapmış biri olarak burada olmam harika” dedi. Ben Türkiye’de oynadığı yıllarda, onun garsonluk yaptığını bilmiyordum mesela.
Tabi onun savaş döneminde yaşadığı zorlukları biliyorduk. İspanya’da da bu konu hakkında konuştuğu birçok röportajı oldu. İspanya, AB içinde Kosova’yı tanımayan beş ülkeden biri. Bu yüzden Vedat’ın zamanında Mallorca tercih etmesi herkese ilginç gelmiş. Hatta Vedat da çok kararsız kalmış. Fakat Mallorca’yı görünce, biraz yaşamaya başlayınca şehri ve ülkeyi çok sevmiş. Hemen İspanyolca derslerine başlamış. Şu anda da çok iyi İspanyolca konuşuyor.
Tüm bunlar Vedat’ın İspanya’da çok sevilmesini sağladı. Geçen sezonki performansı (35 maç 15 gol), Mallorca taraftarlarının onu Eto’o ve Webo ile kıyaslamasına neden oldu. Tabi ki kendisi buna katılmıyor. Fakat şu bir gerçek; sevgi; kaliteden bağımsızdır.
Bir başka bilmediğim detay da, Muriqi’nin bugüne kadar kariyerinde hiç şampiyonluk kazanmamasıydı. O nedenle Copa del Rey’i çok istediğini söyledi. Fakat olmadı.
Oysa çok yaklaşmıştı. Uzatma dakikalarında kafası yarıldı, bandajla maça devam etti ve bandajlı kafasıyla gole çok yaklaştı. Agirrezabala köşeden çıkardı. Zaten çok seviliyordu ama efsane olma fırsatını santimlerle kaçırdı!
ABDON PRATS
Finalist Mallorca bundan üç sene önce 2 Lig’de, altı sene önce 3.Lig’deydi. 3.Lig kadrosundan sadece iki oyuncu şu anda kadroda. Onlardan biri Abdon Prats.
Prats zaten 2010’dan beri daha burada. Hatta doğduğundan beri. O zaten Mallorca doğumlu. Altyapıdan yetişti. Arada bir ayrılığı olsa da, kariyerinin neredeyse tamamını Mallorca’da geçirdi. Samuel Eto’o’nun ardından kulüp tarihinin en golcü ikinci oyuncusu.
Onu da sahada fark etmemek mümkün değil. Zira, bugünlerde yeniden moda olmaya çalışsa da halen pek sık görmediğimiz bıyıklı futbolculardan biri. Bu bıyık, Mallorca taraftarı arasında bir totem unsuruna dönüştü.
Finalden önce yapılan röportajlarda taraftarlara “Finali kazanırsanız ne yaparsınız?” sorusu soruldu. Dövme yaptırmaktan, Sevilla’deki nehre atlamaktan bahsedenler vardı ama en çok verilen cevap “Abdon bıyığı bırakırım” oldu.
Aynı tip röportajlarda şampiyonluk golünü kimin atması istendiği sorulduğunda; bu sefer Abdon’un kendisi, bıyıktan daha fazla oy aldı! Zaten kendisi son yıllarda, en önemli maçlarda goller atmıştı. 2018-19’da bizim şehrin takımı Deportivo’ya play-off finalinin 82. dakikasında gol atmış. 2022’de ligde kalmalarını sağlayan Vallecano maçının son dakikasında da kahraman oydu.
Fakat hafta sonu bir aksilik oldu. Bu bayrak adam, 120 dakikalık derbide sahada değildi. Kale arkasında ısınmaktan buhar oldu. Altı değişiklik hakkının hiçbiri onu vurmadı. Oysa bu sezon kupada altı kez fileleri havalandırmış ve bu kulvardaki en golcü isim olmuştu. Ayrıca ligde de, çoğu defa kenardan gelse de, 26 maça çıkmıştı. Oynayan bir oyuncuydu ama tarihi finalde formasını terletemedi.
Bu nedenle Aguirre’ye tepkiler geldi. Ki kendisine iki senedir hiç eleştiri yöneltilmiyordu. Dokunulmazlığı vardı hocanın. Oysa, şehirden ondan daha büyüğü de varmış!
Sonraki iki günde, idmanlarda ve adada finalistler için yapılan karşılama esnasında, Abdon’un da moralinin bozuk olduğu fotoğraflara ve kameralara yansıdı. Evlatlarının moralini bozan hoca, şehirde biraz yadırgandı!
Aslında finalde oynamamasına rağmen Abdon’u sahanın içinde gördük. Maç bittikten sonra. Mallorcalı oyuncular yorguluktan ve üzüntüden yeşil çimlere yığılmışken Abdon, Mallorca taraftarlarının olduğu tribüne gitti. Ön sırada yer alan, elinin uzanabildiği herkesin tek tek ellerini sıktı, tüm taraftarlara teşekkür etti.
Maç öncesi yapılan o röportajlarda neden en çok kendisinin adının geçtiğinin bir kanıtıydı.
ANTONIO RAILLO
Takımın 3.Lig günlerinden kalan diğer oyuncusu. Takımın kaptanı. Savunma oyuncusu olduğu için Abdon gibi ‘an’ları yok ama rekorlar kırmaya devam ediyor. 247 resmi maçta Mallorca forması giydi. kulüp tarihinin en çok maça çıkan beş oyuncusundan biri.
Takımıyla üç farklı ligde oynadı. Küme de düştü, şampiyonluk da yaşadı. Tabi ki alt lig şampiyonluklarıydı bunlar. Tüm bu silsileyi bir Copa del Rey ile taçlandırabilirdi. Olmadı. Takımı ile madalya almaya tribüne çıktığında, Athletic Kulübü’nün başkanı tarafından bile saygıyla karşılandı.
DOMINIK GREIF
LaLiga’yı sıkı takip eden biri olabilirsiniz ama yine de Greif ismini duymamış olabilirsiniz. Ya da duysanız bile bir maçına denk gelmemiş olmanız çok yüksek ihtimal. Zira onu sahada görmek için Copa del Rey’i yakalamanız gerekir.
1.97’lik Slovak kaleci Mallorca’da üçüncü sezonunu yaşıyor. Bu üç sezonda sadece 14 maça çıktı. Bu 14 maçın sadece üç tanesi LaLiga’ydı. Evet; o bir yedek kaleci. Kupa maçlarına sahne alan diğer adam!
Ve aslında hikayenin daha dip bir noktası var. Şöyle anlatıyor Aguirre:
”Ben geldiğimde kadro dışıydı. Sakattı. Topallayarak yürüyordu. İspanyolca bile konuşamıyordu. Mahvolmuş bir haldeydi. Bir ara ülkesine gitti, geri geldi, yok oldu. Çok kötü zamanlar geçirdi. Çok kötü… Onunla ne yapacağımızı bilemiyorduk.”
Aslında biliyordu! Biliyor olması gerek. Zira, o günlerde dibi gören ve kimsenin kendisinden haberi olmayan bir insanı ayağa kaldırdı Aguirre hoca.
Zaten onun bir yeteneği olduğuna inanıyordu. Eski öğrencisi Leo Franco’yu idmanlara çağırıp, onu izlemesini istiyordu. Geçen sezon üç kupa maçında ona forma verdi. Ardından da ligin son deplasmanı olan Barcelona maçında. Elinden bu kadarı geliyordu. Bu sezon da aynı strateji denendi. Fakat bu sefer liste daha da kabardı. Mallorca kupada yürüdükçe, Greif daha çok maçta kaleye geçti. Finale kadar altı kupa maçında oynadı. Artık ‘formalite’ olmaktan çıkmıştı. Özellikle Real Sociedad eşleşmesinin penaltı atışlarında, kendi kariyerine bir film senaryosuna ilham verme ihtimali verdi. Dipten, zirveye çıkan karakter!
Tabi ki esas “mutlu son” finalde kupayı almak olacaktı. Finalde kale yine Greif’e aitti. Hatta finalden önceki hafta, bu sezon ilk kez ligde de oynadı.
Greif finali de iyi oynadı aslında. Athletic ataklarında sadece bir kez geçildi. Maç içinde biraz heyecanlı olduğu belliydi. Topu oyuna sokarken bazı hataları oldu, ayağı kaydı. Fakat her şey sorunsuz gidiyordu. Penaltı atışlarında ise Real Sociedad serisindeki kadar yıldızlaşamadı. Kupa da rakibe gitti!
“Onu kurtardık” diyor Aguirre. O da finali kurtarsa güzel olurdu ama bu haliyle de gayet ilgi çekiciydi.
JAVIER AGUIRRE
Vedat’ın hocasının ‘çirkin’ ithamına verdiği cevabı yukarıda kullanmıştık. Fakat o Vedat’ın konuyla ilgili tek cevabı değildi.
Birkaç hafta sonra aynı konu yine açıldığında şöyle dedi:
“Şey…. Javier de pek yakışlı değil. Ben de yakışıklı değilim ama en azından çekiciyim”
Günümüzde hocası hakkında böyle konuşan bir futbolcu görmek pek mümkün değil. Fakat bu Vedat’ın espiri yeteneği veya öz güveni ile alakalı bir durum değil. Bu tamamen Aguirre ile alakalı. Onun yaratığı ortamın eseri.
Onunla şakalaşabilirsiniz. Gülmeyi seven bir teknik direktör. Aynı zamanda oyuncularını da seviyor. Takımda bir birlik havası sağlamak için her şeyi yapar. Kendisini de feda eder. Fakat disiplini de elden kaçırmıyor. Konu futbol olduğunda istekleri çok kesin.
Aguirre, artık soyu tükenen eski usül teknik direktörlerden. CEO gibi çalışan, oyuncuları ile mesafeli, taktik tahtasının başında zaman geçiren takım elbiseli isimlerden değil. O daha çok öğretmen-teknik direktörlerden. Oyuncu grubuna bir şeyler vermek için uğraşan, onları hem daha iyi futbolcu hem daha iyi insan yapmak için çabalayan bir hoca, bir baba... Eşofmanlı ve şapkalı…
Belki CV’si pek kabarık değil. Kazandığı kupa sayısı çok az. Fakat diğer yandan, oyuncuların gözü kapalı güvendiği bir isim.
Tamam; belki bu şimdilerde Abdon için geçerli olmayabilir! Fakat finalde oyuna almadığı oyuncusuna bile davranışı bambaşkaydı. Uzatmalar esnasında onunla iki kez konuştuğunu gördük. Bir münazara vardı aralarında. Aguirre, bu diyalogu uzatan kişiydi; ama olumlu anlamda. Egosunu göstermek niyetinde değildi, oyuncusunu ikna etmeye çalışıyordu. kararını anlatıyordu. Başka bir teknik direktör, büyük ihtimalle yardımcılarını devreye sokarak oyuncuyu yanından uzaklaştırırdı. O ise tarihi finalin en kritik dakikaları geçilirken, bir yandan maça bakıp bir yandan oyuncusunun hayal kırıklığını tamir etmekle uğraşıyordu.
O gece sahadaki tek Bask figürü Athletic değildi. Aguirre de Basklı. Oysa pasaportunda Meksika yazıyor. Ailesi zamanında Bask’tan Meksika’ya göç etmiş. Hatta annesi, İspanya İç Savaşı’nın sembol yerleriden biri olan Guernica’dan. Hem babası hem annesi sıkı birer Athletic taraftarı. Bazı akrabaları da Athletic Bilbao’da futbol oynamış. Hatta maçtan önceki basın toplantısında, bazı akrabalarının bu maçta bile kendi takımını değil Athletic’in kazanmasını istediğini söyledi.
Aguirre daha önce de Copa del Rey finaline çıkmış ve kaybetmişti. O zaman kendisi bir Bask takımını, Osasuna’yı çalıştırıyordu. Sene 2003’tü.
Ardından Atletico Madrid’e geçti. Aradan geçen uzun zamana rağmen onun tarzı hiç değişmedi. Gittiği her takımda kendi kimliğini yarattı. Belki farkında değiliz ama “Ender gelişen Osasuna atakları” onun imzasıydı. Bu sene de savunması ile öne çıkan bir Mallorca izliyoruz.
Fakat Aguirre'yi sadece oyun tarzıyla açıklamak mümkün değil. Oyuncularını bir sadakatla böyle bir plana (topla daha az oynamaya) ikna etmek kolay iş değil. Bir diğer zor iş de; alt liglerde çok zaman geçirmiş oyunculardan LaLiga’da kalıcı bir takım yaratmaktı. Bunlar sadece taktik tahtası ile olacak işler değil.
Futbolcularla hem maçlarda hem antrenmanlarda şakalaşan, onları rahat bırakan bir teknik direktörden sıkı bir taktiksel sadakata muhtaç bir oyun...
Bu oyunun işleyişinde her detay o kadar önemli ki, Aguirre top toplayıcı çocukları bile bu projeye dahil ediyor!
Saha içinden özellikle hakemlerin korkulu rüyası olan, devamlı ayakta olan, coşkulu ve bağıran biri. Fakat basın toplantıları da bir o kadar eğlenceli. Aynı zamanda onun asabiyetinden oyuncuları bir pay almıyor. Kontrolsüz bir sinir değil yani!
Böyle deli dolu bir adam. Özetle herkesin sevgilisi. Bu kadar sert ve disiplinli olup bu kadar sempatik olmak ve her oyuncusunun kalbini kazanmak akla yatmıyor. Fakat oluyor.
Mallorca’yı aldığında takım küme düşme hattında ve sezonun bitmesine sadece iki ay vardı. Şu anda aradan iki sene geçti. Ve takım kupa finali oynadı.
Tamam Mallorca kupayı kazanamadı ama bir kimlik kazandı. Onu da Meksikalı bir Basklı sayesinde kazandı!
DİĞERLERİ
2.Lig’den bu yana takımda olan, finalde müthiş gol atan, kariyeri boyunca alt liglerde gezdikten sonra 35 yaşında Copa del Rey kazanma ihtimaline ulaşan ve hayatının fırsatını kaçırdıktan hemen sonra mikrofonlara çok olgun bir konuşma yaparak rakibi öven Dani Rodriguez…
Biraz deli dolu olan, sezonun ilk yarısında oynanan Real Madrid maçında Vinicius’a “ağlama” hareketi yaparak gündeme oturan ama finalin ardından gözyaşlarını tutamayan, bu yüzden finalden sonra Real taraftarlarının hakaretlerine maruz kalarak sosyal medya hesaplarını kapatan Pablo Maffeo…
Kulübün hisselerinden bir kısmını elinde bulunduran, sen sevdiğim basketbolcularından biri olan, zaman zaman kulübün idmanlarını ziyaret eden ve topla hünerlerini sergileyen Steve Nash…
Bu takım kupayı kazanamadı ama bize güzel bir sezon ve final izlettirdi. Razıyız. Fakat ben en çok İspanya basınından razıyım. Yoksa nereden bilecektik?