Bodrum Masalı
1000 liralık lahmacunlar, astronomik fişlerin fotoğrafları, alkolün su gibi aktığı geceler, şezlong üzerinde “bikini şov" yapan ünlüler, mekan mekan gezen infleuncer’lar…
Bodrum, bir süredir bu tip başlıklarla önümüze düşüyor. Ekonomik krizin tavan yaptığı, uçurumun derinleştiği toplumun birbirinden uzaklaştığı bir dönemde Bodrum, ülkeyi sömüren kaymak tabakanın, ezilen halktan soyutlaştırdığı kalesi gibi anlatılıyor.
Yalan yok, Bodrum zaten hep biraz böyleydi. Her zaman Türkiye’nin gözde tatil beldesiydi. Zengin iş insanlarının, kolejli çocukların, havalı sanatçıların akın ettiği bir yerdi. Fakat sadece onlar yoktu, onlardan fazlası da vardı.
1990’dan beri Bodrum’a giderim, hatta bir dönem orada yaşadım. Bu açıdan ülkenin ayrıcalıklı bir grubundan olduğumun farkındayım. Yine de, altını çizmem gereken bir husus var. Bu istikrarı, aşırı verimli kaynaklar sayesinde gerçekleştirmedim. İstanbul’da orta düzeydeki bir yaşantı, Bodrum için de yeterli olabilirdi. Bazen ekonomik açıdan rahat zamanlarda, bazen arkadaşlarıma yamanarak, bazen sahillerde sabahlayarak, son yarısında da oraya yerleşen ailemin yanına giderek becerdim (Zaten o yüzden bu sayfanın adı 48).
Bodrum’un son 30 senesindeki her evresine şahidim. Akraba ziyareti nedeniyle bütün bir günü ıssız, kimselerin sokakta gözükmediği, denizinin kötü, eşeklerin anırdığı bir yerde geçirip sıkıldığımız Türkbükü’nü bilirim mesela. Ya da seneler önce Bodrum, İstanbul’a şimdikinden çok daha uzaktı. Otobüsle 12 saat, arabayla 10 saat sürerdi. Uçak yoktu. 2000’de havalimanı yapılınca, hafta sonu için kaçmaya gelenler arttı. Eskiden kışın kimseler olmaz, yazın “çok kalabalık” dediğimiz zamanlarda bu yılların kışından daha tenha olurdu.
Bodrum, maddi açıdan gidilemeyecek bir yer değildi ama herkesin ulaşabileceği bir yer de değildi. Yine de hiçbir zaman, sadece kaymak tabakanın hakimiyet kurduğu bir yer olmadı. Evet, ülkenin zenginleri buradaydı ama ortalama gelirli aileler de gelebiliyordu. Kimi baba parasına güvenen kolejliler, kimi ODTÜ, Boğaziçi gibi okullarda okuyan parlak gençler; üniversite öğrencileri de orada olabiliyordu. Bohemler, aydınlar, akademisyenler de gidebiliyordu, bütün kış Reina’da sabahlayanlar da…
O zamanlarda da Bodrum icin pahalı vurgusu yapılırdı. Televole tarzı magazin programları bunu aşılardı ama onların baktıkları köşeler öyleydi. Bodrum hemen her keseye (tabi ki işçiye veya asgari ücretliye değil ama yine de çoğunluğa) uygun bir imkan sağlasa da, magazincilerin kamp yaptığı yerler ünlülerin civarıydı ve dolayısıyla pahalıydı. Hatta pahalıdan da ziyade ülke standartının üstündeydi. Oysa yarımadanın geri kalan yüzde 70-80’lik kısmında, ortalama bütçelerle idare edebilecek bir tatil mümkündü. Sadece bütçe konusu da değil; bütçeye göre bir sosyal grup, o gruba göre bir ‘eğlence ve tatil’ anlayışı… Bodrum’da her tarz mümkündü…
2024’e geleceğiz ama 2019’u analım. Bir kırılma senesi… 2019’da ve sonrasında ülke bir pandemi ve büyük ekonomik kriz yaşadı. İlki Bodrum’a doğru yoğun bir göçe sebep oldu. Bodrum’da yaşamak, birçok büyükşehir mahkumu için cazip hale geldi. Hem yazı hem kışı Bodrum’da geçiren ama bir ayağı da büyükşehirlerde olanlar arttı. Eskiden emeklilere ait duran göç taktiği, artık herkesin aklına kazındı (Deprem korkusu da önemli bir faktör tabi). Nüfus bir anda hızlıca arttı…
Ekonomik kriz ise dengeleri alt üst etti. Fakat galiba; sanıldığının tam aksine... Burası artık ekonomik krizden etkilenmeyenlerin veya krizin teğet geçtiklerinin sığındığı bir son kale degil. Yani; maaşını ve işini koruyan beyaz yakalının noktası degil. Tabi ki onların da tıpkı İstanbul’daki gibi (Moda, Nişantaşı) mahalleleri var. Bodrum’da da Yalıkavak’a, Türkbükü’ne sıkışmışlar. Fakat Akyarlar, Bitez, Turgutreis artık başka bir kitlenin hakimiyetinde…
BÜYÜK ŞEHİR
Twitter’da Bodrum’daki bir mekana ait kasa fişine veya bayramda akın eden arabaları gösteren fotoğraf karesine hararetle yorum yapan kitleyi bilirsiniz. “Başka zaman kriz var derler ama…” diye başlayanlar veya “Bu ülkenin kaymağını yiyenler…” diye tempo tutanlar.
Eğer bir süredir Bodrum’a gitmediyseniz; o tweet’leri okuyunca Bodrum’da bir beyaz yaka şenliği olduğunu düşünebilirsiniz. Ben bile öyle zannediyordum.
Ağustos ayında oradaydım. Son 35 senede gördüğüm en boş Bodrum’du. Plajlar boş. Mekanlar şöyle böyle. Fakat şehir kesinlikle ıssız değil. Ve o beyaz yakalılar, vizelerini alıp gitmişler!
Burada tatil yapmanız artık imkansız! En azından benim çocukluğumun tatil anlayışıyla örtüşmüyor. Size ait bir kişisel, biraz boşluk, biraz sessizlik hiç yok. Her şey ve herkes iç içe, dip dibe, karmakarışık… Her yer kapatılmış. Her yerde inşaatlar. Kum tepeleri var ama plajda değil, kaldırımlarda! Bir zamanlar karanlıkta yürüdüğümüz iki koy arası loş yolda; şimdi sıra sıra mekanlar sıralanmış. Denizin sesi ve yıldızların güzelliği kayıp. Duyamazsınız, göremezsiniz…
Ilık bir yaz akşamında, deniz kokusu alıp yanınızdaki sevgilinize söyleyeceğiniz iki cümlelik güzel sözün tam ortasına bir garsonun girmesi ve “Buyurmaz mısınız” demesi çok muhtemel. Buralar şehrin merkezi değil, Bodrum’un merkezine kilometrelerce uzaktaki köyler, koylar... Artık onlar bile İstanbul’un bir semti gibi…
YENİ TATİLCİLER
Turgutreis… Bir zamanlar bizim için bambaşka bir yerdi Turgutreis. 18’ine girmemiş veletler için, +18 seviyesinde bir eğlencesi olan merkezin yanında bir alternatifti. Barı da vardı, restoranı da. Bira da içilebilirdi, kahve de. Tabi şimdi de var bunlar. Fakat çok daha fazlasıyla. Eskiden kalabalık bir yerde takılmak mümkünken, soteye de geçebilirdiniz. Artık bir sote bulmanın imkanı yok.
Açıkhava sinemasında insanlar film izliyor. Hemen yanında çocuk parkı; çocuklar havaya oyuncak fırlatıyor. Oyuncaklar film izleyenlerin kafaya düşüyor. Parkın hemen arkasında bir restoran. Sesi ve bağlaması kötü bir adam “Dilber”i söylüyor. Bütün o çirkin ses, filmi bastırıyor. Adamın sahnesi ve restoranın mutfağı yolun bir tarafında. Masalar ise karşı tarafta. Siz, sıradan bir yaya olarak mecburen aralarından geçiyorsunuz. Dans pisti ile yaya yolu aynı düzlemde. Kolbastı oynayan yağız delikanlılar, üç tabağı bir arada taşıyan garsonlar ve siz, yoğun bir trafik ağındasınız... Tatil için geldiğiniz yer; sanki bir Gaziosmanpaşa… Ne film izleyenler filmi, ne çocuklar oynadıkları oyunu, ne gençler kolbastıyı ne de siz yürüdüğünüz yolu anlayabiliyorsunuz…
Bu “Dilber” çalan pavyon dekorlu restorandaki lahmacun, Maçakızı’ndakinden çok daha ucuz. Masalar dolu… Dans eden kızlar ve delikanlılar ise Türkiye’yi sömüren (!) kaymak tabakaya pek benzemiyor.
Sokaklarda yürüyenler de öyle... Kimseyi tipine, kazancına, yaşam tarzına göre ayırt etmek istemem. Amacım, “bunlar niye burada” demek de değil. Fakat biz de yılların sosyoloğuyuz. Parayla imanın kimde olduğu belli olmasa da insanların nereden geldiğini anlayacak sarraflığa sahibiz.
AK-TATİL
İçerisi Şampiyonlar Ligi gibi. Pırlantacılar, galericiler... Tabi ki inşaatçılar. Emlakçılar. Son dönem Türkiye’nin yeni zenginleri burada artık. Bodrum’da tatile değil, Bodrum’da görünmeye ve belki de Bodrum’u ‘kaymak tabaka’dan kurtarıp ganimet olarak almaya gelmişler.
Üniversiteliler burada değil. Bir dönem; Başbakanlık bursu alarak yapabildiğim tatili, şimdiki öğrencilerin yapma ihtimali yok. Onlar artık Bodrum’a gelemez. Gerçi onlara göre, bu farkın oluşma sebebi ya bizizdir ya göçmenler. Bizim kuşağın ülkenin imkanlarını tükettiğini düşünerek, kendi çağlarındaki yokluğun suçunu başkalarına atmaya çalışıyorlar. O sırada Bodrum’da, Karadenizli mütteahitler eğleniyor.
Aslında beyaz yakalılar da Bodrum’da yok. Varsa da birkaç yerde. Eğer vizeleri varsa Yunanistan’a, Karadağ’a, Hırvatistan’a gitmişler. Zira Bodrum; onların 11 ay boyuna çalışırken kulaklıktan dinledikleri şarkıların sözleriyle hayal kurdukları, “denize bıraksam kendimi” diye düşledikleri yerlerden değil artık.
Faça izini kocaman bir dövmeyle saklayan bıçkınlar burada. Galerici olmasaydı sokakta rap yapacak gençler burada. Muhafazakar aileler burada. Infleuncer’lar tabi ki burada. Yurtdışında daha ucuza tatil imkanı varken “Karım ve çocuğumla gidersem oranın nimetlerinden faydalanamam, o yüzden ben oraya bayi toplantısı ayarlarım, çoluk çocukla Bodrum’a giderim” diyen Anadolu kaplanları burada...
Benim açımdan kötü olan kitlenin kendisi değil; Bodrum’daki hizmetin (hem özel hem kamu) gelen kitlenin zevklerine göre şekillenmesi. Şehrin kimliğinin, gelenlere göre yeniden düzenlenmesi…
1990’dan 2008’e kadar; Bodrum’a gelen insanların hemen hemen hepsi; elitist de olsalar, sanatçı da olsalar, burjuva da olsalar, akademisyen de olsalar, memur da olsalar, öğrenci de olsalar, dünyanın farklı sınıflarından, ülkenin farklı kamplarından da gelseler ortak bir düşünceye sahiplerdi: Seneye bir daha geleceğiz!
Burası bir dönem, halkin nefret ettigi zenginlerin cirit attığı, Avrupa’nın gözdesi, Monte Carlo, Ibiza, Marbella, Mykonos ile yarışabilecek, kimilerine göre cazibe merkezi, kimilerine göre günah yuvası bir tatil beldesi olma fırsatını yakalamıştı.
Şimdi ise sermayenin el değiştirmesiyle, yılların hıncıyla talan edilen, yarın yokmuş gibi davranılan bir yer artık. Bodrum’un yeni yerli turisti, aslında Bodrum’a gitmek istemiyor, Bodrum’u sevmiyor, hatta Bodrum’a sık sık gidebileni başka zamanlarda vatan hainliğiyle suçluyor, Bodrum’a gidiyor, Bodrum’a gittiğini ailesine, eltisine görümcesine, komşusuna, iş yerinde sevmediği kişiye gösteriyor, “Ben de Bodrum’a gittim” diyor ama Bodrum’un çok kötü olduğunu söyleyerek konuyu kapatıyor. Bu esnada denize sayılı kez giriyor, geceleri bütün kış yerli dizilerde dinlediği şarkılarla geçiriyor, ülkenin en farklı ve güzel noktalarından birinde olduğunu fark etmiyor.
Zaten şimdilerde denize giren de yok! İlk defa gündüz vakti merkezlerin kalabalık olduğunu gördüm. Üstelik tarihi sıcaklıkların rekor kırdığı bir senede. İnsanlar “biraz deniz biraz uyku” için değil, “Bodrum’un her yerine bir iz ve bir paylaşım bıraktım” demek için geliyorlar.
Gümüşlük’un meşhur günbatımını izleyen Ankaralı ailenin ufak çocuğu “En güzel gün doğumu nerede?” diye soruyor… Baba, “Doğu’da bir yerdedir herhalde, güneş oradan doğuyor” diyor. Anne şaşırıyor “Güneş önce doğudan mı doğar” diyor.
Çocukluğumun geçtiği yere gidiyorum. Bir zamanlar benim yaptıklarımı yapan gençlere denk gelmek, onların yaşadıkları heyecanları görmek hem onlar icin sevinmek hem de yaş aldığımı fark ederek hüzünlenmek istiyorum. Fakat o çocuklar yoklar. Bir zamanlar hoşlandığımız kızlarla muhabbet kurabilmek icin oturduğumuz yerlede Survivor Turabi tarzı sakallarıyla gençler dolaşıyor. Hiç genç kız yok tabi… Aynı heyecanlar, aynı hayatlar, aynı anlayışlar yok artık.
Geceleri köylerden Bodrum’a giden ve Bodrum’dan dönen minibüsler de yok. Benzin pahalı, turist az, gelenler de araba kiralıyor. Gece hayatı sönük. Çok şey değişiyor. Bunda şaşılacak bir şey yok. Şaşkınlık uyandıran; Twitter’da üretilen post-truth.
Eğer; 650 kilometrekarelik yarımadanın bir iskelelik yeri olan lüks mekanına girmiyorsanız, bahsedilen Bodrum artık yok…
Bahsedilen tatilci de yok. Buranın kalabalığını dokuz ay boyunca “kriz var, tatil lüks oldu” diyenler değil, üç boyunca “Hani kriz vardı, herkes yine tatile gitmiş” diyenler oluşturuyor.
Burası artık sosyal medyada anlatılandan çok farklı. Türkiye’nin sayılı zenginlerinin geldiği, geri kalanının giremediği, fiyatların uçtuğu, 1000 liradan aşağı lahmacunun olmadığı bir tatil yeri değil.
Ve dahası, zaten Bodrum artık bir tatil yeri de değil. Büyükşehirden kaçanların kurduğu büyükşehir ve rövanş duygusuyla işgale uğrayan bir savaş alanı…